1 Mayıs 2009 Cuma

Kitap Kulübünün İlk Toplantısı ve Aşk’a dair…

gittim, gördüm, geldim...

...diye bir klişeyle başlamak geldi içimden, sanırım e.şafak'ın kitap boyu bizi içinde boğduğu klişeler nedeniyle. kitaba dair tek eleştirim aslında bu. başından sonuna klişelerle yoğurmuş kurgusunu ve karakterlerini yazar. ama 1 numaralı moderatör bize "ikra" dedi ve biz de oturduk okuduk ve sonrasında da fikirlerimizi çarpıştırdık.

kitaptaki tarihsel hatalara tabii ki girmeyecek ve eleştiri getirmeyeceğim zira bunu bir ROMAN olarak görmek ve de tarihsel bazı gerçek ve kişileri temel almış olsa da tamamıyla yazarın hayalgücünün ve kurgu yeteneğinin asıl olduğunu unutmamak gerektiğini düşünüyorum. tamamıyla romantik bir karakter ŞEMS burada... katalizör görevinin üzerinde durulmuş çokça. ve bence bir sorun yok. zira bu bir roman. yazar yazmış, biz okumuşuz, kitap bitmiş, karakterler gitmiş.

ilk defa e.şafak (ya da kendi tercih ettiği ismiyle e.shafak) okuyan bir insan olarak öncelikle söylemem lazım ki önyargılarımı aşarak okumak zor geldi (kendime dair de bir şey öğrenmiş oldum böylece!!) ancak fark ettim ki yazar muhalif olmak adına kitaplarını okurlarıyla kavga ederek yazıyor. bu nedenle ben de yazarla kavga ederek okudum kitabını. yazarın "ben eski kelimelerden de anlarım" dercesine gösteriş yaptığını düşünüyorum - ya da çevirmen işgüzarlığı - artık bunu bilemeyeceğim, ancak elif hn neden yahudi ev hanımına o kadar ağdalı cümleler kurdurdu ve eskiiiiiiiii epeski kelimeler kullandırdığını anlatabilir... craig / aziz'in birden aşık oluvermesi, kitabın "eee sıkıldım ben yazmaktan" diye birden bitirildiği hissi beni rahatsız etti mi? etti...

ama beğendim de, ne yalan söyleyeyim. kendini rahatlıkla okuttu bana.

40 kuralı takip etmeyi ve örneklerdeki tutarlılıkları sevdim mesela...

sayfa 262'de margot'un tanıtıldığı bir paragraf var ki, güldürdü beni... oturdum ve düşündüm, acaba daha fazla "sıradışı" tanım ekleyebilir miydim oraya diye - ekleyemedim. yazarın idealize ettiği kadın tipinin bu olduğunu düşünüyorum. acaba yazarımız da kendini öyle mi görmek isterdi? belki de...

en çok sevdiğim paragraf ise (tamamen kişisel nedenlerden ve zamanında bu konu üzerinde çok düşünerek bu noktaya varmış olduğumdan ama bir türlü bu kadar şık bir şekilde tanımlayamadığımdan bana iyi geldi okumak orayı) aşağıya kopyaladığım şekliyle sayfa 204'te:

'şu dünyada yaşanan çatışma ve savaşların bir "din sorunu" değil, "dil sorunu" olduğuna inanıyordu. insanlar sürekli birbirlerini yanlış anlıyor, birbirleri hakkında yanlış hükümlere varıyordu. "yanlış çevirilerle" yaşıyorduk. böyle bir dünyada herhangi bir konuda ısrarcı olmanın ne anlamı vardı? en güçlü kanaatlerimiz dahi basit bir yanlış anlamadan kaynaklanıyor olabilirdi. zaten hayatta hiçbir konuda sabitfikirli ve katı olmanın gereği yoktu; zira yaşamak demek habire değişmek demekti.'

"yanlış çevirilerle yaşamak"... bana bu kitaptan bu kaldı kendime eklemem için :)
ve de büyük travmalar atlatmadan kendimizi asla aşmaya kalkmadığımız gerçeği... hep bildiğimiz ama gözardı ettiğimiz bazı şeyler bunlar.

son olarak, 13.yy anadolusu ile 21.yy anadolusu arasında (bağnazlık, cehalet, insanlar, yaklaşımlar) değişiklik olmaması üzücü ve düşündürücü elbette.


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.