3 Eylül 2009 Perşembe

Madame Bovary - Gustave Flaubert


ben kendimi bildim bileli kitaplığımızda bulunan, muhtemelen teyzeme ait olup bize ne zaman ve nasıl vardığını bilmediğim, 1956'da basılmış ingilizce bir kopyasını okudum madame bovary'nin. eski kitap kokusunu çok severim, o nedenle de yıllarca bir türlü elim gitmediği halde (romantik bir kitap olduğuna dair bir önyargım olduğu için hiç okumaya kalkışmamıştım) ayın kitabı seçtiğimizde kitabın eskiliği ve kokusu nedeniyle bir heves aldım elime ve başladım sağından solundan zorlayıp içine girmeye çalışmaya. çok kolay olmadı.



bir karakter olarak sevmedim emma bovary'yi. her ne kadar o döneme ait tabuları, alışkanlıkları, beklentileri ve sosyal yaşantıyı her daim göz önünde bulundurmaya çalışsam da, bol bol dalga geçtim kadınla ve yargıladım kendimce. kötü niyetli, çıkarcı, umursamaz, eksik bir kadın emma. ve bu nedenle de asla doymuyor. hep istiyor. ama maalesef ne istediğini de bilmiyor.

genelde kadınlara atfedilen özellikler olduğunu atlamak mümkün değil. demek ki, yüzyıllar da geçse bazı şeyler asla değişmiyor :)

karaktere yazarın yakıştırdığı kişisel seçimleri ve romanın kurgusunu sorgulayacak değilim. aslına bakarsanız, basmakalıpta tavan yapan karakterlerin hiçbirine dair yorum yapasım yok. o kadar haksızlık yapmak istemiyorum çünkü gustave flaubert'e. bu kitaba kadar süregelmiş bir kronik romantizm saplantısından kurtarmış edebiyatı, gerçekçi yaklaşımı getirmiş ve de gerçekten oldukça sıkıntılı günler yaşamış bu kitap nedeniyle.

o dönem yaşantısına şahit olmuş olmak adına ilginç bir deneyim oldu benim için, günümüz şartlarıyla karşılaştırdığımda beni şaşırtan ve "olur mu öyle şey yahu" dediğim, ama o gün için son derece olağan ve hatta olması gereken diye farz edilen durumlar (örneğin emma'nın bebeğini emzirmemesi ve bunun yerine bir süt annenin yanına - üstelik de kötü şartlarda - bırakması) bana acaba ileride bizler ve yaşantılarımız nasıl algılanacak ve nasıl yargılanacak diye düşündürdü bir süre. ve tam da bu noktada kendime gelerek kitabı ve karakterini yargılamayı bıraktım.

karakter bana ve benim çevremdeki kadınlara çok uzak. ama hala bir çok emma bovary gerçekten de var çevremizde. çünkü her ne kadar şartlar değişse de, insan doğası ve toplumun iki cinse ayrı ayrı yüklediği sorumluluk ve beklentiler, çifte standartlar hiçbir zaman değişmiyor.

bir de, elimdeki kopyanın ingilizce olmasından ötürü alıntıyı ingilizce yapmak zorunda kalacağım ama ama kitaptan şu aşağıdaki cümlecik çok hoşuma gitti, fransızların bakış açısını çok güzel tarif ettiğini düşündüm:

(aşağı gördüğü bir coğrafyayı - kasabaydı yanılmıyorsam - tarif ederken) - ".... a bastard land, whose language is without accent as its landscape is without character"



ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Tol - Murat Uyurkulak : pardon biz kimden intikam alıyorduk?

“kendimizden. dışlanmışlığımızdan. bizi hilkat garibeleri ilan edenlerden. hilkat garibeliğimizden. yüzümüzdeki çıbanlardan. bacağımızın 8 santim kısalığından. asla bir parçası olamadığımız herşeyden. 

ve ‘devrim’ 

ne de işimize gelirdi biz bu yola çıkmışken. sığınırdık arkasına. karışır kaynar giderdik toplumdaki fokurdamaların arasına ve arasında. bir geçerlilik yaratırdık toplum düşmanlığımıza böylece.”

diye düşündüm kitabın bir çok kısmında. bitirene kadar. bitirdiğimde ise yutkundum. kullanılan dilin akıcılığından ve kitabın çok ama çok güzel bir türkçe ile yazılmış olmasından etkilenmemek mümkün değil! şapka çıkartıyorum murat uyurkulak’a.

arka kapakta okuduğum 6 satırın bende yarattığı beklentiyi karşıladı mı kitap?
hayır.

ama ben beklentimi yanlış oluşturmuşum. devrimle ilgili bir kitap sanırken ve beklerken, tamamen kişisel bir cezalandırmalar resitali okudum.

beğendim mi peki romanı?
evet.
severek okudum. sıkılmadım, içinde kaldım, trende gittim. her bir hikayenin birbirine bağlantısını takip etmeyi sevdim.

sayfa 195′te de dediği gibi :
"herşeyi anladım, hiçbir şeyi anlamadım".
hayat gibi.
intikam gibi.

kör intikam üstelik. intikam aldığımız kendimizsek, kimse bizi kendi elimizden kurtaramaz.

kitabın sonunda ise hayatla dalga geçerken beni de tokatlayan yazara kızdım.
çünkü hala hüzünlenmeden düşünemiyorum kambur mehmet’i.

demek ki… tol beni yakalamış. beni suç ortağı yapmış ve rahatlamış… * 

çok beğendiğim bir cümleyi buraya almak istiyorum:

"çünkü benim aklım yol kuşlarının tüneyip sessiz sedasız terk ettikleri bir harabedir".

* sayfa 71′den alıntı bir cümlenin tarafımca deforme edilmiş halidir.


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.