11 Mart 2010 Perşembe

"geçmişte ardında bıraktığın iz geri dönüp üzerinden geçer"

son zamanlarda okuduğum romanlar arasında en keyif alarak, en elimden bırakmadan, en sürüklenerek okuduğum ve - yazarın doğası gereği - aralıklarla rahatsız da olsam beni asla kaybetmeyen bir roman okuttun bana.

öncelikle, söylemeliyim ki, hakan günday adını daha önce duymuş olmakla birlikte henüz okuma fırsatım olmamıştı, bu nedenle de karakteristik tarzı ile ilgili fazla yorum yapamayacak ve geçmiş romanlarıyla karşılaştıramayacağım (önceki tüm romanlarını alacağımı ve okuyacağımı da buraya eklemek isterim bu arada...). belki de, daha önce hakan günday okumadığım için, şanslıydım biraz da... temiz bir damakla başladım okumaya ve romanın sonunda da ağzımda güzel bir tat kaldı.

antimilitarist yapıma, askerlik görevi ile ilgili düşünce ve hislerime, "türkiye'yi bir kaç büyük şehirden ibaret sanan" bir çevrenin mensubu olmam nedeniyle doğu / güneydoğu bölgemize dair önyargılarıma ve genel olarak bir romandan beklentilerime ters düşmeyen bir deneyim oldu ziyan ile geçirdiğim bir haftalık süre. bütün bir yıl içerisinde en yoğun olduğum dönemimin sonlarına doğru elime aldım ve uykusuz kalma pahasına yutar gibi de okudum.

tamamen kişisel yorum : kim ne derse desin, ben bu ziyan'ı çok sevdim! çünkü :

- ziya hurşit ismi ile tanışıklığım lise yıllarımın başlarına dayanır ve izmir suikastini sorgulamam nedeniyle tarih öğretmenimle ters düşmem ve hatta disiplin cezası ile karşı karşıya kalmam sebebiyle kitap bana ayrı bir "nostaljik" deneyim yaşattı. kurguydu ve "bizim ziya" gerçekteki ziya olmayabilirdi ama yine de ben heyecanla okudum ve zaman zaman tarih öğretmenimin kulaklarını çınlattım.


- karakterler gerçekten de hem karanlık, hem sığ, hem derin, hem umutsuz hem de umut dolu! deliler bir nevi... gerçekte asla hayatımda istemeyeceğim ya da en azından tahammülde zorlanacağım (deliririm zira onlarla empati kuracağım diye sanırım) karakterlerle roman sayfaları arasında haşır neşir olmayı ve "diğeri"ni böylece tanımayı bazen tercih edebiliyorum. ve benim "damak zevkim" romanda her zaman ağırdan, zor hazmedilenden, karanlıktan, kaybedilmişlikten yana. seviyorum yani, yapacak bir şey yok.

- birinci dünya savaşı ve hemen akabindeki kurtuluş savaşı dönemi her zaman için çok ilgimi çekmiştir ve gerek görsel gerek yazılı her türlü dönem yapıtı hoşuma gider.

- lise ve üniversite yıllarını nihilist ve anarşist akımların tarihçesi ve temel felsefesini okumakla ve anlamaya çalışmakla geçirmiş bir insan olarak tanıdık fikir ve manifestolarla sık sık karşılaşmak da beni zaman zaman "gençlik" günlerime ve o dönemdeki kafa patlatma seanslarıma götürdü.



kitabı henüz okumamış olanlara çok da fazla "spoiler" vermek istemediğim için kısa kesiyorum burada. özet olarak demeliyim ki ironi ve sarkazmın çok yerinde, tadında ve güzel kullanıldığı, görünürde damardan nihilizm yüklemesinin yapıldığı ama aslında sadece korkudan kaynaklı bir içine kapanık olma halinin anlatıldığı, yazarın kendi hayatından ipuçları ve bazen de direkt bilgiler aldığımız ve beni hayal kırıklığına uğratmayan - heyecanla sonuna geldiğim bir kitaptı "ziyan".

bitirmeden, söylemeliyim ki kitaptaki en sevdiğim sürpriz muse'un blackout şarkısının da satırlar arasında geçmesi oldu - benim okurken dinlemekten hoşlandığım şarkıyı yazarken dinleyen varmış... :)

hakan günday : seni okumaya devam edecek bir okurun oldu, bilgine!! :)

aslında günday'a mesajımla bitirecektim ama dayanamadım, iki alıntı yapacağım:

"milliyetçiliğin bir din olduğu bu ülkede, zorunlu hale getirilmediği takdirde askerlik hizmetine gönüllü bulamayacaklarından korktuklarını anlamalıydık!" (s.163)
"dünyanın bütün ordularının bütün üniformaları aynı kumaştan dikilir, asker. görünmezlik kumaşı. içine girdiğin anda kaybolursun. seni kimse bulamaz..." (s.138)

ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.