26 Şubat 2012 Pazar

Oblomov: kendini yok etmeye varan bir istemsizlik

klasiklere merak saldığım ilk gençlik yıllarımda bir büyüğüm bundan sonraki okurluk hayatımın belki de en önem taşıyacak öğüdünü vermişti:

"asla okuduğun kitabı günümüz şartlarına göre değerlendirme. geçmiş dönem insanıyla ve onların alışkanlıklarıyla, onların doğrularıyla, onların bildikleriyle empati kur".

benim gibi okuduğu, izlediği ve hatta düşündüğü her şeyle kavga etmeye meraklı birine verilebilecek belki de en yararlı öğüt bu olmuştu ve sadece okurken değil, hayatımın her aşamasında ve her yönüyle empati yeteneğimi geliştirmem için itici faktör olmuştu bu iki cümlecik.

klasik okumak zor iştir: senden çok uzak bir zamanda, senden çok farklı bir coğrafyada, senin hiç bilmediğin toplumsal doğrularla yoğrulmuş karakterleri sevmesen de kabul etmen gerekir kendini olayların akışına bırakabilmen için. her babayiğidin harcı olmadığını düşünüyorum bir klasiğin hakkını vermenin. benim bunu ne derecede yapabildiğim de bir soru işareti taşıyor elbette. yine de, her zaman ve öncelikle klasik olsun derim. hatta mümkünse bir rus klasiği olsun elimdeki kitap. ve de birazcık da olsun yakaladıysa beni karakterler, o zaman iki elim kanda olsa o kitabı sular seller gibi yalayıp yutuveririm.

oblomov'da olduğu gibi.



hareketli, hevesli, meraklı bir çocuk olan ilya iliç oblomov'u toprak ağası ailesi pamuklara sarmalayarak, terlememesini - yorulmamasını - gerekmedikçe konuşmak için dahi efor harcamamasını sağlayarak, elini / kolunu / zihnini budayarak yetiştirirler. içinde bir yerlerde tıkılı kalan - yıllar geçtikçe solan, ölmese de sürünen ve en sonunda sönen - yaşama hevesinden yoksun bir yetişkin olup çıkar efendi oblomov. yaşamak ister (ya da istediğini sanır diyelim), isteklerini gerçekleştirmek için önce hayal kurmak sonra da plan yapmak gerektiğini bilir ama nereden başlayacağına karar veremediği için adım atamaz, hayalleriyle yaşar ama bunları bir amaca dönüştüremediği (ve dolayısıyla da hangi araçları kullanacağını bir türlü kestiremediği) için kendi kozasından dışarı asla çıkamaz.

babasından, dedesinden ve onlardan önceki nesillerden hiçbir farkı yoktur aslında ancak oblomov'un talihsizliği artık zamanın değişmiş olması ve sanayi devrimi ile birlikte kök salmış feodal yapının artık geçersizliğini her geçen gün daha da hissettirmesidir. eski sistem değişmektedir ve efendi artık hayatın her şeye rağmen merkezi olamayacaktır. hal böyle olunca, amaç ve araçlardan da yoksun olan oblomov depresyonun derinliklerinde alışkanlıklarına yapışıp kalır. hayat, onun için yemek-içmek-uyumaktır, bir şeyler yanlıştır evet ama bunun ne olduğunu düşünerek kendini rahatsız edecek değildir!

ta ki, hayatına olga girene kadar. bir kez daha bir kadın karakter silkeler, tokatlar, kendine getirmeye çalışır onu ama o kadar derine işlemiştir ki oblomov'un korkaklığı, umursamazlığı ve dahi güçsüzlüğü, hiçbir şey yapamayacağını kabul eden olga onu bırakır ve kendini kurtarma yolunu seçer.

sadece olga değildir kendini ilya iliç'i oblomovschinadan kurtarmaya vakfeden. oblomov'un çocukluk arkadaşı, can dostu andrey ştoltz vardır bir de (iyi ki de vardır! zira ştoltz olmasaydı eğer, oblomov şu 600 sayfa boyunca yatağından dışarı tek adım atmazdı, bundan kesinlikle eminim). babası alman annesi rus olan ştoltz, her iki kültürün de (görece) olumlu olarak adlandırılabilecek özelliklerini üzerinde öyle bir buluşturmuş ki, burjuva olması gibi ufak bir pürüzü atlayabilsek neredeyse ideal karakter olduğunu düşündürecek bize! ama bu tuzağa düşmeyerek gonçarov'un onun da olumsuzluklarını acımadan sergilediğini görüyoruz. ya da ben okuyanların bunu böyle yorumlayacağını umuyorum. :)

unutulmaması gereken önemli bir nokta şudur:

19.yüzyılın ortalarında rusya hala feodal derebeyliğinin hakim olduğu bir ülkeydi, sanayileşmenin eşiğindeydi belki ama kapitalizmden uzaktı ve hala serflik mevcuttu. yine de, insanlar yavaş yavaş toprak ağası sınıfının (dönemin aristokratları) ne işe yaradığını, gerekli olup olmadıklarını ve hatta ahlaklarını sorgulamaya girişmişlerdi. hepsinin üstüne bir de ekonomik sıkıntılar artınca huzursuzluklar tırmanmaya başlamıştı. kitabın basılmasından 2 yıl önce tahta geçen çar II. aleksandr, serfliğin kaldırılması da dahil olmak üzere birçok liberalleşme amaçlı reform yapacaktır (komünist manifestonun da kitabın basım tarihinden bir 10 yıl kadar önce yayımlandığını unutmamak da faydalı olabilir bu noktada).

rusya bir eşiktedir, gonçarov da öyle.

zıtlıklar üzerine kurar romanını:

gelenekselliğin karşısına modernliği koyar ve dört temel karakteri üzerinden bunu işleyerek çiftlerini oluşturur: oblomov ştoltz'a, agafya olga'ya karşıt karakterlerdir ve dengeyi bir türlü oturtamaz, çalkalanır dururlar. rusya gibi. ve nihayetinde oblomov çökerken ştoltz daha da parlar: köhne rusya gider, modern rusya kurulur... mu gerçekten?

maalesef hayır. toplumlar değişmediği sürece hangi sistemi, hangi ideolojiyi getirirseniz getirin, sadece yüzeyde kalır yaptıklarınız. nitekim lenin de 1922'de rusya'nın 3 devrim yapmasına rağmen yine de oblomovlardan kurtulamadığını, o kesimin adam edilebilmesi için daha çok uzun bir süre yıkanıp temizlenmelerinin, hırpalanıp dövülmelerinin gerektiğini söyler. bu, ne yazık ki, o kadar kolay değildir.

dönem ödevi formatına sokmaktan çekindiğim için bu uzadıkça uzayan yazıyı, geleneksel uşak zahar'ı ve incilerini, toplumdaki yerini bellemiş ve ona göre davranmakta beis görmeyen dul evsahibesi agafya'yı, varlığıyla yokluğu bir alekseyev'i, şark kurnazı kötü kalpli tarantyev'i ve daha birçok irili ufaklı önem taşıyan karakteri bu yazının dışında bırakmak zorunda kaldığımı fark ettim şimdi: merak edenler kitabı okumakta serbest!

sözün özü, tembel ve umursamaz bir karakter olsa da efendimiz, onun için biraz da üzülüyoruz aslında. benim elimdeki 598 sayfalık kitabın (everest yayınları, eylül 2010) ilk 174 sayfası boyunca (ki o da sonrasında başka bir karakterin öyküsü için ara verilmesinden kaynaklı, yoksa daha da uzun bir süre) odasından çıkmayıp yatağı ile kanepesi arasında gidip gelen ilya iliç'ciğimiz kendisine "e ama başkaları nasıl yapıyor!" gibisinden bir yanıt verdiği / yol gösterdiği için emektarını paylarken bir de vicdanına sesleniyor (s.104-105) :

"ben 'başkasıyım' demek! uğraşıyor muyum ben, çalışıyor muyum? az mı yiyorum? kara kuru mu, yoksa zavallı mı görünüşüm? bana yetmeyen bir şey mi var? sanki yapacak, edecek biri var! bir kere olsun kendim giymedim çorabımı ayağıma, tanrı aşkına! huzursuz mu olacağım? bundan bana ne? ama kime söylüyorum bunları? sen çocukluğumdan beri benimle değil miydin? sen bunları hep biliyorsun, gördün benim nasıl zarif yetiştirildiğimi, ne soğuğu ne açlığı bildiğimi, ihtiyaç nedir bilmediğimi, ekmeğimi kendim kazanmadığımı ve pis işlerle hiç uğraşmadığımı sen biliyorsun. nasıl oluyor da gönlün beni 'başkalarıyla' karşılaştırmaya varıyor? yani ben 'başkaları' gibi sağlıklı mıyım? bütün bunları yapıp bunlara dayanabilir miyim?"

dayanamazsın ilya'cığım! çünkü sen oblomovschinaya tutulmuşsun, oblomovluk senin kanına işlemiş, sen artık başka türlü olamazsın. ve sanma ki sadece sen bu dertten muzdaripsin. siyasi feodal yapının efendilik algısı ortadan kalktı diye artık oblomovlar kalmadı sanmak yapabileceğimiz en saçma çıkarım olur. varlar, hem de sayıları hiç de öyle az değil. anneler her yıl milyonlarca modern oblomov yetiştiriyorlar erkek evlatlarının ev işlerinden uzak durmasını sağlayarak. yani, değişen bir şey yok dünyada, her şey aynı "doğu"da.



her şeye rağmen, kızamayız oblomov'a. çünkü o bir efendidir, onun doğasındadır hayatın merkezinde olmak. hakkıdır "sade, iyi, sevecen yüzler, varlıklarını onun yaşamını desteklemek, onun yaşamı fark etmemesine, hissetmemesine yardım etmek olarak gören" insanlarla çevrelenmek.

oblomovlar doğar, yaşar, ölür - bazıları işte böyle kitap olur. :)

-- daha fazlasını okumak isteyenlere nikolay dobrolyubov'un "oblomovluk nedir?" kitabını öneriyorum. ben henüz okumadım, ama alıp okuyacağım. --

***bu kitaba ben 10 üzerinden 10 veririm, 9'a elim varmaz. zaten anton çehov'un "benden 10 gömlek üstündür" dediği, dostoyevski'nin büyük saygı duyduğu, oblomov gibi ölümsüz bir karakteri yaratan bir yazar için daha ne denebilir ki?***


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.