6 Haziran 2012 Çarşamba

No pasarán! (Çanlar Kimin İçin Çalıyor - Ernest Hemingway)

“ada değildir insan, bütün hiç değildir bir başına; anakaranın bir parçasıdır, bir damladır okyanusta; bir toprak tanesini alıp götürse deniz, küçülür avrupa, sanki yiten bir burunmuş, dostlarının ya da senin bir yurtluğunmuş gibi, ölünce bir insan eksilirim ben, çünkü insanoğlunun bir parçasıyım; işte bundandır ki sorup durma çanların kimin için çaldığını; senin için çalıyor.” (john donne’a ait olan bu satırların çevirisi vikipedi‘den alınmıştır.)

hemingway'le tanışmam yaklaşık olarak 20 yıl önceydi sanırım. adını önceden duymuştum evet ama hiç okumamıştım, ta ki bir "edebi metinler" dersi dönem ödevine kadar. bir vesileyle hemingway'e değinmem gerekiyordu ve o dönemin kısıtlı kaynakları arasında yaptığım araştırmada hemingway'in hayatı boyunca bir sürü - çoğu aslında ölümcül - kaza ve/veya hastalık geçirdiğini ve buna rağmen çok dolu bir hayat yaşadığını ama nihayetinde 60lı yaşlarında kendini öldürdüğünü okuduğumda buna bir anlam veremediğimi ve adamı daha iyi tanımak istediğimi hatırlıyorum ("kısıtlı kaynak" demişken: internetin yokluğunda ansiklopedilere ve "büyüklerimiz"in hafızalarına yaslanmak zorunluluğumuz yaşıtım ve büyüğüm olan herkesin kafasını sallamasına sebep olacaktır şimdi eminim). ilk okuduğum hemingway romanı sanırsam silahlara veda idi (ya da belki de çanlar kimin için çalıyor idi). her iki romanı da aynı gün satın almam ve de arka arkaya okumam nedeniyle bugün dahi emin değilim önce hangisini okuduğuma. hatırladığım tek şey soluksuz bir şekilde okuduğumdu her ikisini de, ve sonrasında satın alıp okuduğum ve kitaplığıma kattığım diğer hemingway eserlerini de.

hemingway benim "özel yazar"ım. her şart altında elimin altında bir romanının bulunmasını istediğim, kendime yakın hissettiğim bir dost o benim için. tüm eksikliklerine, aldığı eleştirilere, hatalarına, yanlışlarına rağmen her zaman samimi ve yakın gördüğüm bir tonton ihtiyar... :) ve bu nedenle de, kendimi çok yorgun ve bitmiş hissettiğim şu dönemde iRo! için seçtiğim roman da bir hemingway klasiği oldu elbette.

ernest hemingway'in hayatı ve kişiliği ile ilgili çok fazla yazmayacağım burada, internette o kadar çok kaynak var ki bu büyük yazar hakkında, oradan buraya kopyalayıp yapıştırmak yetersiz kalacak diye düşünüyorum. bu nedenle isteyen herkese öncelikle wikipedia'yı, sonrasında da hemingway hayranlarının kurduğu bir websitesini öneriyorum. bunlar kesmezse ve daha fazlasına ihtiyaç duyarsanız, the hemingway society de ilginizi çekebilir. bu kadar detaya ihtiyaç ya da ilgi duymayanlar için ise ben kısa bir özet geçerek hemingway'i büyük yazar yapanın ne olduğunu kendimce ve kısaca buraya almak isterim:

her şeyden önce, insana vakit kaybettirmeyen, okurunu hayalkırıklığına uğratmayan bir yazar hemingway. kendine has ve özel bir stili var: net, sade, kısa cümlelerden oluşan anlatımında tarif ve doğa betimlemelerine bolca yaslanan, en iyi tanınan iki romanı da savaş temalı olsa da asla romantizme sapmayarak insanın canını acıtacak kadar gerçekçi kalabilen, modern çirkinlikleri ve savaşın yol açtığı yıkımı kestirmeden ve ajitasyon yapmadan okuruna aktarabilen bir adamdan bahsediyoruz. kelimelere saygı gösteren bir yazar hemingway. dilin kuralına ve "başka diller"in yapılarına duyarlı. belki de bu nedenle bu kadar başarılı.



ben zaten kütüphanemde yer alan eski ve ingilizce bir kopyasını okudum ancak kitabı yeni alan arkadaşlarımız çanlar kimin için çalıyor'u bilgi yayınevi'den okudular. iyi bir çeviri ve redaksiyon olduğunu söylüyorlar. sonuç: kesinlikle tavsiye ediyoruz!



ispanya iç savaşı sırasında, cumhuriyetçi cephenin galibiyete en ve tek yakın olduğu dönemde, belki de zafere giden ilk adım olacak bir saldırı planlanmaktadır. saldırının başarısı için uluslararası kuvvetlerden patlayıcı uzmanı / ispanyolca öğretmeni amerikalı robert jordan bir köprüyü havaya uçurmalıdır ve bunu tek başına yapamayacağı için de dağdaki gerillanın yardımına ihtiyaç duymaktadır. yaşlı rehberi anselmo ile dağlara çıkarlar, gerillalarla tanışır, olaylar gelişir... kafası çalışan herkes farkındadır ki köprünün havaya uçurulması artık o dağlarda barınma imkanının kalmamasına ve bu gerillaların yerlerinden yurtlarından olmalarına sebep olacaktır. üstelik bu EN İYİ ihtimaldir çünkü aslında önünü görebilen herkes eğer biraz gözünü açarsa görecektir ki bu görev intihara eşdeğerdir.

hemingway romanlarıyla biraz haşır neşir olan herkesin bilebileceği gibi, hemingway genelde kendi hayatında bir parçası olduğu ya da bir şekilde şahit olduğu olayları aktarır bize hikayelerinde. henüz 19 yaşındayken birinci dünya savaşının italya cephesinde tanışır yıkımla genç yazar ve sonrasında da izmir'in yunan askerleri tarafından işgalinden tutun ikinci dünya savaşının paris yeraltı cephesine kadar bir sürü cephede ya gazeteci ya da bizzat milis kuvvetin bir parçası olarak yer alır. ispanya iç savaşı sırasında da gazeteci olarak cumhuriyetçilerin yanında olduğunu biliyoruz. bu nedenle ben - hiçbir yerde açıkça söylenmemiş olsa da - robert jordan'ın (en azından his ve düşünceleri açısından) otobiyografik bir karakter olduğunu düşünüyorum. büyük bir keşif değil, biliyorum :) ama yazarın iç dünyası ile ilgili bize verdiği ayrıntılar açısından çok önemli.

hiçbir savaş güzel değildir elbette. kahramanlık hikayeleri sonraki nesilleri uyutmak içindir. savaşı yaşayan - hele ki savaşların belki de en kötüsü olan iç savaşı yaşayan - kimsenin bunu bir madalya gibi gururla göğsünde taşıyabileceğine inanmam mümkün değil. hemingway'in tabiriyle, yaptığımıza süslü adlar vermek yaptığımızı (öldürmeyi ve dahi ölmeyi) daha farklı kılmıyor ve savaştan sonra ne yapacağımızı kestiremeden oradan oraya sürükleniyoruz kendi kafamızın içinde. 4 günlük bir süreye bütün bir hayatı ve konsantre bir aşkı (ki zaten hayat dediğimiz de aslında bundan ibaret nihayetinde) sığdırmamız belki de hayalkırıklıklarının en büyüğü çünkü daha en baştan biliyoruz ki ne kadar kendimizi kandırmaya çalışırsak çalışalım, plan yaparken bunun olmayacağını bile bile ümit etmemiz her şeyi kabullenmemizi daha da zor kılıyor. insanız ve sorgulamak zorunda kalıyoruz. ve bundan nefret ediyoruz. hele bir de partizansak ve de aslında dışarıdan gelmişsek, sadece "girip görevimizi yapıyor ve çekip gidiyoruz", sonrasında bize yardım edenlere ne olacağını, bizim zaferimizin cezasını kimlerin nasıl çekeceğini düşünmeden. suçluluğumuz ve vicdan yükümüz artıyor. bizim de onlar gibi öldüğümüz güne kadar. zor iş! harika roman!

her karakterin derinliğinde savaşı ayrı ayrı yaşatıyor bize hemingway. acılarını da gururlarını da hayallerini de kayıplarını da birinci elden deneyimliyoruz. cumhuriyetçilerin yanında olmaları ve dolayısıyla da muhafazakarlara karşı savaşmaları nedeniyle aslında kafalarının ne kadar da karışabildiğini, solda yer almak adına dinlerinden vazgeçmelerinin onları zaman zaman ne kadar zorladığını, ölmekten (ve daha da beteri, öldürmekten) korkmaları, ne kadar insan oldukları geçiyor gözlerimizin önünden. öğreniyoruz ki, herkesin birbirini tanıdığı küçük bir köyde devrimin ilk gününe şahit olmadıysak henüz hiçbir şey görmüş sayılmayız. ve robert jordan sesleniyor bize: yapacağımızın imkansız olduğunu onu denemeden nasıl bilebiliriz ki?



betimlemeler sayesinde cepheyi görüp koklayabiliyoruz. kitap bittiğinde yazarın bizi romanının bu kadar içine çekebilme ustalığına şapka çıkartmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden.

romanı henüz okumamış olanların ilgilenme ihtimalini düşünerek daha fazla detay vermekten kaçınıyorum. zaten ben ne yazarsam yazayım hemingway'in son cümlede yarattığı ve içe işleyen ironisinin hakkını veremeyeceğim.

bitirmeden önce küçücük, ufacık iki alıntı yapmak istiyorum, ingilizce olmasından ötürü lütfen kusuruma bakmayınız, elimdeki kitaptan birebir alıyorum çünkü:

"it is only orders that come between us. those men are not fascists. i call them so, but they are not. they are poor men as we are. they should never be fighting against us and i do not like to think of the killing."
"who do you suppose has it easier? ones with religion or just taking it straight? it comforts them very much but we know there is nothing to fear. it is only missing it that's bad."
(for whom the bell tolls, triad/grafton books 1990, sayfa 174 & 410)


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.