28 Temmuz 2013 Pazar

Kolektif Kitap gene hayal kırmadı: Kuşku & Yeryüzüne Rest - Sarı Çıyanın Rüyası

Rafta bekleyen kitapları okumakta gecikiyor, okuduğumu yazmakta daha da geri kalıyorum son zamanlarda. Sebep belli: vakitsizlik. İnsan sevdiği şeyleri yaparak geçirmeliyken hayatı, sevmediği - dayanamadığı birçok şeyle uğraşmak zorunda kalıyor ve gerçekten sevdiği şeylere vakit ayırabilmek için saatlerin resmen suyunu sıkıyor, o da hani eğer biraz şansı varsa! Ya da bu benim talihsizliğim belki de, bilemiyorum... "Çok farklı bir hayatım olmalıydı" diye düşünüyorum bazen. Ama işte, demekle olmuyor, herkes aynı şansa sahip olamayabiliyor...

Bu kadar bol üç noktalı cümlelerin, bunca ağlak bir girişin bir (hatta iki) sebebi var elbette! Kuşku ve Yeryüzüne Rest: daha geçenlerde okuyup bitirebildiğim ve yaklaşık bir haftadır da oturup yazmak için fırsat yaratmaya çalıştığım iki Kolektif Kitap* yayını.

****************

Kuşku çok basit, çok zor, çok derin ve bir o kadar da yüzeysel bir kitap. Çok komik, çok sıkıcı, çok felsefi, çok gerzek. Çok bir şey olduğu kesin de, çok ne olduğu okurun kitabı neresinden nasıl yakaladığına çok bağlı:

W. ve Lars var her şeyden önce. Düşünemeyen düşünürler onlar. Dünyada kıyamet koptu kopacak, Mesih'in eli kulağında. Din olmaya en yakın şey belki de matematik ve de maalesef her ikisinin de kafası (hiçbir şeye basmadığı gibi) matematiğe de pek basmıyor. Ve galiba aslında bu nedenle düşünemiyorlar! Hep bu matematik yüzünden... W. çok acımasız, çok sivri dilli, sürekli Lars'a yüklenmekte. Lars ise bir "rutubet" metaforu içerisinde yavaş yavaş dünyadan kopmak peşinde. Her ikisi de hep başarısızlar, hep başarısız olacaklar. Örneğin; Kafka ve Brod olamayacaklar asla, onlar her zaman Brod & Brod. Hangisinin daha Brod olduğu gibi bir sorunun çevresinde dönüp duruyoruz bir zaman sonra sinirlerimizi laçka edecek bir tekrarlar resmigeçidinde. Ve kitabın şahane komedisi de işte tam burada! Bir durup düşündüğünde aslında görüyorsun ki senin hayatın da aynı insanlar, sorular, yanıtlar, espriler, boş bakışlarla dolu ve okurken belki de sinirini zıplatan tekrarlar döngüsü içinde yitip gidiyorsun sen de mütemadiyen. Bunu gördüğünde de bırakıp gidiyorsun kendini Kuşku'ya ve bir de bakıyorsun ki kuruyup gidiyor o rutubet sen her bir soruya yanıtı yapıştırdıkça. Evet, ne W.'dan ne de Lars'dan fayda var yanıtları yakalamakta, iş sana düşüyor. Çok zekice, çok eğlenceli ve bir o kadar da "farklı" bir kitap Kuşku. Ben çok sevdim, aşağıdaki iki alıntıyı da buraya almaktan kendime engel olamadım:

"Her yaz büyük bir azimle başlıyorum çalışmaya," diyor W. Her zamankinden daha çok, daha derinden okuyacak bu yaz! Hiç yazmadığı gibi yazacak! Ama yaz bittiğinde her şey ters gitmiş oluyor. "Neden hiç öğrenemiyorum?" diye düşünüyor W. "Neden hiçbir şey değişmiyor?" Büyük bir gizemmiş bu onun için; sonsuz bir şekilde umut edebilme ve umutlarını sonsuz bir şekilde suya düşürebilme kapasitesi. "Yazın başında doğup sonunda ölüyorum" diyor, "ve her sonbahar yeniden doğuyorum, her seferinde biraz daha aptal". 
"W. hangimizin Kafka, hangimizin Brod olduğuna kafa yoruyor yine. "İkimiz de Brod'uz, işin acıklı yanı bu." Kafka'sı olmayan iki Brod. Kafka yoksa bir Brod neye yarar?" 

Mini not: Lars Iyer'in twitter hesabı UtterlySpurious ve blogu Spurious da okumaya değer, bilginize!

****************

Yeryüzüne Rest - Sarı Çıyanın Rüyası ise çok sıkı bir tokat aslında hızlıca suratımıza inen. Sabahın 9:30'unda elime aldım ve sanırım 1,5 saat kadar sonrasında bitirmiş balkonda oturup dışarıya bakarken buldum kendimi (ve evet, bu yazının başında anlattığım sıkıntılarımın ve de ruh halimin depreşmesi o an itibariyle başladı diyebilirim). Emre Gürdal'ı tanımıyorum, kaç yaşında olduğunu bilmiyorum, Google dahi çok fazla yardımcı olamadı sorularıma ve kitabın iç kapağında verilen "İstanbul'da yaşıyor, ilk romanı" haricinde de çok fazla bilgiye sahip değilim yazar hakkında. Çok araştırmış değilim aslında, belki de arasam bulurum. Biraz sahipsiz kalsın istedim roman. Ya da ben sahiplenebileyim istedim, çok bilmesem de olur kimin yazdığını belki...

Seviyorum içindeki çamuru hiç sakınmadan dışarıya vurabilenleri. Hiçbirimizin olamadığı kadar dürüst onlar. Toplum tarafından dayatılan tüm olması gerekenlikleri reddedebilen yapılarıyla barışıklar, bunu ortaya koymaya ve bencilce (?) davranmaya hiç çekinmiyorlar. Dünyanın belki de en zor şeyi bu resti çekmek: sürüden ayrılabilmek ve de aidiyet hislerinin tamamıyla bağını kopartabilmek herkesin harcı değil. Kaybedecek şeyi olduğunu sanan bizler aynı döngüde ilerlermişçesine davranıp kendimizi kandırırken tüm o değerlerin ne kadar da yapay olduğunu çözebilmiş bir kısım insan tüm beklentileri boşa çıkartarak yaşamın belki de en büyük krizini bertaraf edebiliyorlar böylece.

Ya da, ben öyle olduğunu düşünmek istiyorum.
"O yaratığı yenmenin hilesi. Hayatı son gününmüş gibi yaşaman olabilir. Her eylemini son kez yapıyor gibi yapmak.Bir uzman. En iyisi. Sana son 3 ayın, 1 yılın değil de mesela; son 5 yılın dese ve kronometreye bassa ne yapardın okuyucu. Bu, bütün seçimlerini etkilerdi. Her şeyin üzerine yemin ederim." 
Arka kapak bu restin devam edeceği müjdesini veriyor. Bekliyorum şimdi.

****************


*Kolektif Kitap son dönemde en severek okuduğum kitapları çıkartan yayınevi. Nispeten yeniler ve şahane bir iş yapıyorlar. Hayranım ve çok yakında da "Kolektif beni işe alsın, beni bir parçası yapsın!" kampanyası yapmaya hazırlanıyorum! :))