26 Kasım 2013 Salı

Granadalı Hasan: Amin Maalouf'un Leo'su.

Amin Maalouf’un herhangi bir kitabının çıkması yeterliydi bir zamanlar heyecanla kitapçılara koşup da hemen edinmemiz ve bir solukta okuyup bitirdikten sonra birbirimize hevesle anlatmamız için. Ben de birçok “bizim nesil mensubu” gibi zamanında okumadık Maalouf kitabı bırakmadığımı ve hepsini de çok sevdiğimi hatırlıyorum. Bu nedenle de Meltem bize elinde Afrikalı Leo ile geldiğinde ne kadar sevindiğimi söylememe gerek yok muhtemelen.

Dedikten sonra…

Keşke geçmişi geçmişte bıraksaymışım! Kitabın ilk sayfasına o zamanlar düştüğüm nota bakacak olursak, ben Afrikalı Leo’yu ilk kez Mart 1999′da okumuşum ve aradan geçen 14,5 yılda da okuduğum her şeyi unutmuşum! Damağımda bıraktığı hoş lezzet kalmış (ama o sanırım genel Maalouf etkisi) ama ne karakterleri ne de örgüyü hatırladım okurken. İyi de oldu bir bakıma, temiz temiz okumuş ve takılacak birçok nokta bulmuş oldum.

Her şeyden önce, Yapı Kredi Yayınları’na buradan iki üç cümlem var aktarmak istediğim: UTANMALISINIZ! Ben müşkülpesent bir okur olarak büyük acılar çektim okurken evet ama “sıradan” (?) bir okur da – biraz dikkatliyse – aynı acıları çekecektir eminim. Büyük bir tutkuyla “öz türkçe” (?) kelimeleri araya serpiştirmenin anlamını sorguladığımı da ekleyerek tek bir çeviri örneği verecek ve bu konuyu çok uzatmayacağım tadımızı kaçırmamak adına:

"Kaçmak için tasarılar yapmaya başladım. Tek girişimim başarısızlıkla sonuçlandı. Hiçbir zaman hızlı koşamadım. Hele hele rahibelik alışkanlıklarıyla. Bahçıvan beni yakaladı…" (sayfa 287, 11.baskı, Ekim 1998)

Çok özür dilerim, neyle?? Kitap ister İngilizce’den istersen de Fransızca’dan çevrilmiş olsun (ki arkadaşlarım İngilizce’den çevrilmiş olabileceğini söylediler ve ben bunun da neden öyle olduğunu anlayabilmiş değilim aslı Fransızca olduğu için) nun’s habit mi yazıyor acaba aslında orada? Habit sadece alışkanlık değilken, aynı zamanda rahibelerin giydiği cübbeye de verilen isimken acaba orada rahibemizin koşmasına engel alışkanlıklarından ziyade kıyafeti olabilir mi? Ben bunu anlayabilirken böyle bir çeviriye soyunmuş bir çevirmenin de anlamasını beklemek çok mu fazla? Sanmıyorum...

Bu arada, benim okuduğum 11.baskıydı ama arkadaşlarımız arasında 39.baskıyı alanlar vardı ve aynı hatalar aynen devam etmekte. Bunca yıl boyunca, bunca baskıda bu dikkatsizlikler nasıl düzelmez? Nasıl hiç düzelti yapılmaz? Benzer birçok soru sorabilirim ama yine sakince 40.baskıda düzeltmenizi umuyorum. Okurlarınızı aptal yerine koymayın lütfen, çok da ucuz değil Türkiye şartlarında kitap satın almak ve de “iyi” yayınevlerimizden daha özenli çalışmalar beklemenin hakkımız olduğunu düşünüyorum.

Maalesef çeviri ve düzeltiye o kadar takıldım ki okurken Hasan’ın maceralarından çok fazla tat alamadım. Okurken not aldığım ve çok beğendiğim kısımlar olmadı mı? Tabii ki oldu. Özellikle de okuduğum andan bu yana sürekli olarak kendime tekrarladığım bir kısım var ki, çok hoşuma gitti:

"Tanrı’ya beni uğursuzluklardan koruması için dua etmiyorum. Böyle durumlarda beni umutsuzluktan koruması için dua ediyorum. İnan, Tanrı bir elini bıraksa öteki elinden tutar." (sayfa 269) 

Tanrısal olan hiçbir kısmına bulaşmadan, cümledeki umut kaybının getireceği sıkıntılara yapılan vurgu kulağıma küpe oldu diyebilirim. O gün bu gündür her stresli an ve sıkıntılı durumda bunu kendime tekrarlayarak sakinleşiyorum, iyi geliyor. Sırf bu nedenle dahi Amin Maalouf’a teşekkür ederek kitabı sevebilirim bakın.

Bu ve benzeri birçok altı çizilecek cümle ve paragraf var tabii kitap boyunca karşımıza çıkan, buna hiçbir sözüm lafım yok. Amin Maalouf iyi bir anlatıcı, iyi bir aktarıcı, cümleleri rahat okunan cinsten. Bir de çeviriler güzel olsa!



Okuyanın pişman olmayacağına inanıyorum. Tek kişisel şikayetim doğuştan Müslüman olan Hasan’ın Endülüs ve Kuzey Afrika’daki görece olağan öyküsüne romanın en kapsamlı kısmı ayrılmışken Hristiyanlığa devşirilerek vaftiz edildiği Vatikan günlerine sadece 66 sayfa ayrılmış olması oldu. Hevesim kursağımda kaldı diyebilirim çünkü aslında en enteresan (ve hatta kendi içerisinde bir roman) olabilecek bir bölüm olabilirdi eğer detaylıca işlenebilseydi. Maalesef Maalouf benim gibi düşünmemiş ki birden Vatikan’a gönderdiği Hasan’ı birden oradan çıkartıvermiş.

Daha iyi Amin Maalouf romanları var evet. Ama Afrikalı Leo da iyi bir roman, kötü değil.

Bitirirken not: Afrikalı Leo (Leo Africanus) olarak da bilinen Hasan ibn Muhammed el-Vezzan ez-Zeyyati gerçekte de yaşamış bir karakter. BBC’nin aşağıdaki belgeseli ilginizi çekecek olursa şimdiden iyi seyirler diliyorum:




 ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.

16 Kasım 2013 Cumartesi

Köpek ve Yıldızlar – Peter Heller

"Ağacın gölgesinde akan suyun serin esintisinde durdum ve bıraktım ses, hafif rüzgar içimden geçsin. Ben bir deniz kabuğuyum. İçi boş bir deniz kabuğu. Beni kulağınıza dayadığınızda hayalet okyanusun uzaklardaki akışını duyarsınız. Sadece boşluk. Akıntının veya gelgitin en ufacık basıncı altımı üstüme getirip sürükleyebilir beni. Yıkanıp temizlenecektim. Burada, bu derede tamamen kuruyacak ve ağaracaktım, kağıt inceliğine ulaşıp kırılganlaşana dek ovacak beni rüzgar, kabartacak, en ince derilerimi soyacaktı. Ufalanıp kumlara karışıncaya dek. İşte böyle hissediyordum. En sonunda hiçbir şeye, hiçbir şeye sahip olmamanın bir rahatlama olduğunu söyleyecektim ama rahatlığımı dışa vuramayacak kadar boştu içim, bu duyguyu taşıyamayacak kadar boş."

Amansız bir grip salgını sonrasında hayatta kalmayı başarabilenleri esrarengiz bir kan hastalığı kırıp geçirir. Çok az sayıda insan vardır artık ve bu post-apokaliptik dünyada hayatta kalabilmek için herkes kendinden ve sadece kendine karşı sorumludur. Hig de her şeyini ve herkesini kaybetmiş ama hayatta kalmıştır bir şekilde ve köpeği Jasper ile sert çocuk arkadaşı Bangley’le birlikte yaşamaktadır.

Böyle başlıyor son zamanlarda okuduğum en dokunaklı romanlardan biri olan 'Köpekler ve Yıldızlar'. Anlatması çok zor çünkü her ne olursa olsun sayfalarda karşımıza çıkan tüm insanlar hem çok tanıdık hem de bir o kadar uzak hepimize. Gündelik hayatta zaman zaman şikayet edebileceğimiz yalnızlık ve geçmişe duyulan özlem tanıdık olan kısım ama o “her şeyi ve herkesi kaybetmiş olmak” halinin getirebileceği kesif ve sonsuz yalnızlık ile insanın ciğerini delen o geri dönüşü imkansız kayıpların özlemi sanıyorum çok büyük bir çoğunluğumuzun anlayabileceğinin çok ötesinde hisler. Ve umarım da hep öyle kalır!

Uzun uzun hakkında yazarak romana dair bir beklenti oluşturmak istemiyorum çünkü çok dingin bir şekilde akıyor öykü Hig’in başından geçen her şeye rağmen. Yazarın yapmaya çalıştığı şey eğer bu örgü ve fantazi üzerinden okuru kendi korku ve pişmanlıklarıyla yüzleştirmekse benim üzerimde başarılı oldu diyebilirim. Okuduğum süre boyunca ve bitirip de kenara koyduğumdan bu yana “ben olsaydım…?”ları düşünmekten ve “iyi ki ben değilim…”lere sevinmekten başka bir şey yapmadığımı söylemeliyim.


"Titrek kavakların yarısı yapraklarını hala dökmemiş, hala yaşıyor. Solumuzda Raggeds vahşi doğa parkının sağlam duvarları var. Başımla selam verip üstünden uçuyorum. Bölge gitgide sakinleşiyor. Bundan sonra kilometreler boyunca titrek kavak ormanları göreceğim. Yakıt göstergesine hafifçe vuruyorum. Yüz on litre. Eve dönmeye yetecek kadar yakıt yok. Bu kadar basit. Kafayı sıyırmamız bu kadar basit işte."

Ben sevdim, tavsiye ederim!

Ufak bir not düşmek istiyorum bitirirken: son dönemde benim bireysel okumalarımla ilgili yazdıklarımı takip edenler neredeyse sadece Kolektif Kitap yayınlarını okuduğumu fark edeceklerdir. İnceleyin ve okuyun diyorum çünkü çok güzel projeleri en güzel bir şekilde getiriyorlar bize, iyi ki varlar!

Bunların hepsini dedikten sonra, bir minik eleştiri ile bitirmek isterim yazımı (o da nazar boncuğu olsun!) zira malumunuz eğer bir şeyin daha iyisinin olabileceğine dair en ufak bir hissim varsa kendime engel olamıyorum! Romanın orijinal adı "The Dog Stars" yolunu kaybetmiş bir insanın arayışını da yansıtırken (bkz. Sirius) maalesef Türkçe’ye “Köpek ve Yıldızlar” olarak çevrilmesi bu anlamı yitirmemize sebep olmuş – farklı bir çeviri düşünülemez miydi diye düşünmekteyim ama daha iyisini de henüz yapamadığım için fazla söylenmiyorum!