2 Şubat 2014 Pazar

İki Şehrin Hikayesi bu kadar harcanabilir miydi?

Uyarı: bu bir günah çıkartma yazısı ve bir kişisel günlük sayfasıdır…

Sanırım bir kez daha en sonda söylemem gerekeni en başta söyleyerek yazının canına okuyacağım fakat (çok üzgünüm ama) hayatımın en büyük işkencesi oldu korkarım İki Şehrin Hikayesi! Aralık 2013 ve Ocak 2014 için bu kitabı seçmek üzere oylama yaparken bir Dickens okuma fikri ve klasik zamanının gelmiş olması nedeniyle hem heyecanlı hem de çok hevesliydim fakat o zaman tabii ki hayatımın belki de en zorlayıcı iki ayının önümde beni beklediğini bilmiyordum. Daha kötü günler görmemek dileğiyle diyeyim öncelikle…

Sonuç itibariyle, deli gibi çıkışların ve de yerin dibinin de altını gördüğüm inişlerin olduğu iki aylık bir sürede bir yandan da kitabı okumaya çalıştım. Haliyle konsantre olamadım, haliyle daraldım, haliyle bunaldım. Hayatımdaki sıkıntıları sayfalarda boğabilecekken sayfaların üzerime üzerime gelerek beni daha da boğmasına izin verdim. Ve itiraf ediyorum ki toplantı zamanına kitabı yetiştiremedim (yetiştirebilirdim evet fakat öyle bir zaman geldi ki elime kitabı dahi alamadım günlerce). Üstelik kurulduğumuz tarih olan Mart 2009′dan beri ilk kez bir iRo toplantısına da katılamadım bu sefer (hayır, okumadığım için değil, katılabilecek olsaydım mutlaka bir şekilde yetiştirebilirdim).

Biraz geriden gelerek de olsa, geçtiğimiz hafta sonunda nihayet ben de İki Şehrin Hikayesi’ni bitirmişler kervanına katıldım ve bunu (benimle birlikte kitabı bir salyangoz hızında okumama eşlik eden, beni yüreklendiren ve “bitecek ha gayret” tezahüratlarıyla bana destek olan sevgili arkadaşlarımla) kutladım!

Aslında Fransız İhtilali ve özellikle de Jakobenlik olgusu (ve tabii tarihi) bu kadar ilgimi çekerken bu kitabı beğenmemiş olmamı bir talihsizlik ve tamamen kişisel bir şuursuzluk olarak görüyorum. Kişisel algı ve sabır eşiğimizin ve ruhsal dalgalanmalarımızın beğenilerimizi ne kadar da yakından etkileyebileceğinin en güzel örneği olmuş olabilir benim İki Şehrin Hikayesi deneyimim. Üzgünüm, ama öyle.

Charles Dickens’ın her bir kelime başına ücret aldığını öğrendiğim gün zaten o “güzel” tasvirler birden “yuh amma uzatmış iki kuruş daha para kazanmak için, ne gereksiz şey!” yargısına dönüşmüştü bende ve bu sefer de farklı bir şey hissedip düşünemedim. Tek aklımdan geçen “e bunu daha iki sayfa önce yazmıştı” ya da “kısa kes bu ne böyle brezilya dizisi gibi be adam!” oldu evet. Bunun haricinde de diyecek söz bulmakta zorlandım açıkçası.

Kitap kulübüne ait olmak çok güzel bir şey, bunun aksini söyleyemem. Normalde alıp okumayacağınız kitapları okumak da hiç şikayet edilecek bir şey değil. Ama işte bazen olmuyor, yürümüyor, tıkanıyor insan. Sanırım bu aralar ben bir “reader’s block” (okur engeli?) yaşıyorum, ama geçecek biliyorum.

Klasikler arasında bunca önemli yeri olan bir romanı böyle yerlerde sürümek de harcım mı bilmiyorum elbette ama yaptım bir kere, oldu bitti.


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.

Aşk ve Öbür Cinler - Gabriel Garcia Marquez

Normalde yazılarını fazla biriktirmeyen ve bekletmeyen bir insan olarak uzun zamandır ilk kez başıma gelen bir şeyle karşı karşıya kalıyor ve okuduktan aylar sonra bir kitapla ilgili yorum yapmaya çalışıyorum. Bir yandan da enteresan gelen, heyecan verici bir şey de olabilir bu tabii, bakalım tortular oturup ilk yargılar yatıştıktan sonra kitaptan bana ne kalmış, içimde ne oluşmuş bunu görme imkanı olacak.

Kısaca: tamamıyla kişisel düşünce ve hislerimden oluşan fena halde subjektif bir yazı sizi bekliyor…

İzninizle, G.G.Marquez ile ilgili hiçbir yorumda bulunmayacağım (zira gerek aşığı olduğum Yüzyıllık Yalnızlık gerekse de Kolera Günlerinde Aşk başta olmak üzere diğer romanları benim lehte ya da aleyhte konuşmamı bir tokatla engelleyecek kadar üstün gördüğüm eserler). Büyülü gerçeklik ve gerçeküstücülük ise en çok sevdiğim akımlar olarak zaten gönlümde o kadar ayrı bir yer tutmakta ki benim bu tarzda gelen herhangi bir metni sevmeme imkanım asla yok!

Fakat… her şeyi karıştıran ve tüm hayal kırıklıklarımızın en büyük sebebi BEKLENTİLER bir kez daha görev başında bu deneyimimde de… Çok güzel roman, çok güzel konu, çok güzel her şey ama bir şey eksik. Bir şey benim bir Marquez romanına aşık olmamı engelliyor bu sefer. Seviyorum evet, ama öyle büyük haksızlık yapıyorum ki yazarına, o kadar çok “yeni bir Yüzyıllık Yalnızlık” olmasını istiyorum ki okuduklarımın, doğal olarak farklı bir şeyle karşılaştığımda bünyem reddediveriyor. Bir okurun asla yapmaması gereken hata, her şart altında uzak durması gereken o kibirli şımarıklık yakamı bırakmıyor okuma sürem boyunca.

Ve evet şimdi fark ediyorum ki geçen süre benim hayal kırıklığımı maalesef giderememiş. Üstelik bu kırgınlıkta kendi sorumluluğumu (tamamı bende bu sefer) kabul etmekten başkaca bir çarem de yok.

Sözün özü, bu kitapla ben bir roman okumanın tadından çok kendi roman okurluğumun detaylı sorgulamasını yapıp durdum ve bu nedenle de ne okuduğumdan bir tat alabildim ne de kendimi kaybedip ayıla bayıla bir Marquez deneyimi yaşayabildim. Sanıyorum elimdeki stoğu erittiğim anda bir sonraki Marquez okumama geçmeden önce bir kez daha okuyacak ve bu sefer kaçırdığım her şeyi yakalayabileceğim.

Siz bana bakmayın, beni dinlemeyin ve okuyun lütfen. Ben kendi kendimle hesaplaşıyorum burada nihayetinde!


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.