19 Mayıs 2014 Pazartesi

Günlerin Köpüğü'yle Boris Vian'a yaklaşmak...

Boris Vian, Vernon Sullivan, Bison Ravi…

39 yıllık kısa hayatına edebiyattan müziğe, sinemadan resme birçok sanat dalında başarılı ürünleri sığdırabilmiş bu önemli ismi ne zamandır kulübümüze tanıtmayı planlıyordum, beşinci yılımızda sıranın bana gelmesiyle bu isteğimi de gerçekleştirmiş oldum. Benim Vian’la tanışmam üniversite yıllarımda ilk olarak Günlerin Köpüğü’nü okumamla oldu. Akabinde külliyatını edinerek sırasıyla tüm eserlerini okudum, okudukça “adam”ın kendisini tanıma isteğim arttı, müziğini ve şiirlerini de dağarcığıma kattım. Tanıdıkça hayranlığım arttı.


Kişisel olarak, edebiyatta olağandışını seviyorum. Ütopik/distopik eserlerin yanı sıra gerçeküstücülük ve büyülü gerçeklik bu nedenle en sevdiğim akımlar arasında yer almıştır hep. Bunun yanında, edebiyatı müzikle harmanlamak hoşuma gidiyor, okuduğum hemen her kitabın kafamda dönen bir fon müziği, bir teması mutlaka oluyor. Kendinden müzikli romanlar ise her zaman bende çok büyük saygı uyandırıyor çünkü bunun çok da kolay bir şey olmadığı gibi bir fikrim var.

Müzik demişken, gerek Boris Vian’ın favorileri gerekse kitapta geçen eserleri kendi sevdiğim parçalarla birleştirerek oluşturduğum bir playlist var artık, tıklayarak ulaşabilir, bu yazıyı ya da kitabı okurken beraberinde isterseniz dinleyebilirsiniz.

Müzikten felsefeye geçecek olursak, iki küçük cümlem var bu konuda da: İlk gençliğimden bu yana gerçekten üzerinde okumalar yapmaya en meraklı olduğum dalların başında geliyor. Nihilizm ve varoluşçuluk başta olmak üzere severek ve üzerinde düşünerek okuduğum birçok kitap oldu yetişkin hayatıma geçişimde ve sonrasında. Seviyorum!

Hal böyle olunca, Günlerin Köpüğü gibi melodisini beraberinde getiren, eleştirilerinde vahşi ama akışta rengarenk, birden fazla katmanlı bir romanı benim beğenmemem (hadi hadi, bayılmamam!) mümkün olamazdı.

Yazımın bundan sonraki kısmı spoiler içerebilir, kitabı merakla okumak isteyebilecekleri uyarmam gerekli.


Hayatı boyunca çalışmak zorunda kalmamış mirasyedi Colin bir yandan hayatının kadınıyla tanışmak için heveslenirken bir yandan da vaktini fantastik icadı olan piyanokteyl, becerikli ve çok yönlü aşçısı Nicolas ve yakın arkadaş çevresi ile refah içerisinde geçirmektedir. Bir partide güzel Chloe ile tanışır ve yıldırım hızıyla evlenirler. Arkadaşı Chick ünlü düşünür yazar Jean-Sol Partre’ın en büyük hayranıdır ve hayatıyla birlikte tüm servetini onun eserleri ve hatıra sayılabilecek eşyalarını toparlamaya adamıştır. Böylece biz bir yandan Colin ve Chloe arasında şekillenen, sürekli yükselişteki aşkı okurken bir yandan da Chick ve Alise arasındaki bağımlılık nedeniyle düşüşe geçmiş ve fena bir sona doğru gitmekte olduğu belli bir ilişkiye tanık oluruz. Her iki ilişki de kendi doğrusunda ilerlerken Chloe hastalanır. Ciğerinde açmakta olan bir nilüfer tespit edilir. Çiçek şahlandıkça Chloe solmaktadır. Başka çiçekler ve Duke Ellington’un müziği bu seyri durdurabiliyor olsa da süreç maalesef geri döndürülemez. Dünya değişir, aşk ölmekteyken beraberinde hayatı da söndürmeye başlar, her şey içine doğru çöker.


***Spoiler sonu***

Daha çok küçük yaşlarından itibaren hasta olan Boris Vian uzun yaşayamayacağını içten içe biliyor olmalıydı ki tüm öfkesini, anlatmak isteyebileceği her şeyi, düzene ait tüm eleştiri ve saldırganlığını satırlar boyunca bize aktarıyor. “Gerçek manadan yoksun bir evrende başıboş absürd varlıklar” olduğumuz her sayfada ayrı bir köşeden suratımıza çarpılıyor ve sonunda bir kedinin ağzına bilinçli olarak kafasını uzatmış birer fareden başka bir şey olmadığımız gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyoruz.

Farklı bir kitap elimizdeki, burası kesin. Gerçek objeler (bir oda ve duvarları) karakterlerin duygu durumlarına tepki vererek gelişim / değişim gösterebiliyor. Çaldığımız notalar bize duruma uygun kokteyller hazırlayabiliyor (piyanokteyl). İnsanların vücudunu tarla olarak kullanarak, insan vücudunun ısısıyla silah yetiştirilebiliyor ve kapitalist düzen her birimizi tek tek sömürmeden asla peşimizi bırakmıyor. Acı bir dünya ve çiçekler de renkler de müzik de bizi kurtaramıyor. Asla da kurtaramayacak, aşk bile dünyanın gerçekliğiyle başa çıkamıyor nihayetinde!

Ufacık, minicik bir alıntıyla sizi bu kitabı okumaya davet ediyorum:


Son olarak: kitabı üçüncü kez okumuş oldum kulüple birlikte ve hemen sonrasında daha önceden izlemeye fırsat bulamadığım filmini de izledim. Hoş bir film olmuş, kitaba oldukça sadık kalınmış. Kişisel olarak yönetmenin belki de Vian’dan ilham alarak kendi hayalgücünü daha fazla kullanmasını tercih edebilirdim ancak bir ilk olarak hoş bir çalışma olduğunu söylemekte sakınca görmüyorum. Tavsiye ederim.

Boris Vian’ı farklı yönleri ve hayatıyla biraz daha tanımak isteyebilecekler için ise aşağıdaki üç linki önermek isterim, güzel bir başlangıç olabileceğini düşünüyorum:

Boris Vian hakkında kısa ama çok kapsamlı bir blog yazısı.
Boris Vian, Asker Kaçağı şiiri.
Boris Vian’ın müziği.


 ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.