31 Ocak 2015 Cumartesi

Ölü Reşat - Aslı Tohumcu

Kitaplar güzeldir.
Hediyeler güzeldir.
Hediye kitaplar ise (bence) en güzeldir.

Ölü Reşat ile tanışmam da böyle oldu işte. Kendi halime bırakıldığım zaman almazdım, biliyorum. Canımıniçi sevgili Ö. de bunu düşünmüş, seveceğimi bildiği için gitmiş, almış, gelmiş. Çok çok iyi bir şey yapmış.

Sıklıkla fantastik öğelere yer veren, mizahın kara sınırında dolaşan, tesadüfler (?) ve de beceriksizlikler (!) ile bezenmiş eğlenceli bir öykü Adnan ile Reşat'ın öyküsü:

Tanrının katında bir karışıklık olur ve Mürşideanım'ın rahminden çıkması gereken Reşat'ın yerine sırasını kapan Adnan doğuverir. Reşat da peşinden dünyaya iner ve sırasının kapılmasının - doğamamasının - intikamı için Adnan'ın peşine düşer. Ve olaylar gelişir...


Özlediğim İ.O.Anar tınısını yakaladım Aslı Tohumcu'nun sayfalarında. Kendisi bunu özellikle mi yapmış, Anar'a dair fikir ve hissi nedir bilmiyorum (pek tanımıyorum Tohumcu'yu) ama bilerek ya da bilmeden Anar'a saygı duruşuna geçmiş kitabında.

Kendisi de Bursalı olan Tohumcu hikayesini Bursa merkezli yazmış. Bir röportajda Bursa ile ilgili söylediklerini okuduğumda bunun ne kadar doğru bir seçim olduğunu düşündüm ben de:
"Bursa her zaman büyülü, masalsı bir yer oldu hayatımda. Dünyanın en güzel sokaklarında düşe kalka, dizlerimi yaralaya yaralaya ancak hiç incinmeden büyüdüm. Coğrafyası kadar insanlarıyla da etkileyici ve beni pamuklara saran bir yer oldu, hâlâ da öyledir."
Buradan yola çıkarak Bursa'ya bir selam göndermiş ve bir şekilde bir "kent romanı" yazmış Tohumcu. Bunun yanı sıra, 1940lı yıllardan başlayarak günümüze kadar gelirken yer yer siyasi ya da toplumsal olaylara da değinerek bugün içinde bulunduğumuz ahvalin bir kısım nedenini hatırlatıvermiş bizlere. Pek güzel ve yerinde olmuş.

Kısa bir kitap. Eğlencesi bol. İnsanlık tarihi boyunca sıklıkla sanata konu olan iyi ve kötü savaşı burada da işlenirken yer yer düşünmeye de sevk ediyor. İroni dolu bir masal söz konusu. Daha ne olsun?

Kitabın yarı alakalı tekmillerinden birinden şuraya ufacık bir bölüm alarak tavsiye ederim:
"Melekten bol şey mi var Allah katında, bir öteki de, kadınların ne kadar ileri gidebileceklerini görmek niyetiyle, platform topuklu ayakkabıların, 70'lerin gündelik hayatının vazgeçilmez aksesuvarlarından biri olmasını ilham edecek kişiye ilham verecekmiş.Bir başkası, Rabbimizin cin fikirlere zaten açık bir kuluna, hayatlarının boktanlığının hayal meyal bilincinde olsalar da bunu asla kabullenmeyecek yüzlerce insanın kendini bir şey sanmasına yardımı dokunacak, "Hangi ikinci yeni şairsiniz?", "Hangi 20.yüzyıl romancısısınız?" başlıklı testleri sıraladığı bir internet sitesi açtırarak köşeyi döndürtecekmiş." 
İyi okumalar! :)

30 Ocak 2015 Cuma

Koşmasaydım Yazamazdım - Haruki Murakami

Kitap kulübümüz, gözümüzün nuru "ille de ROMAN olsun!"un son toplantısından çıkıp da eve geldiğimde kendimi güvenli gördüğüm - seveceğimden emin olduğum - bir kitaba vurmaktan başka yapacak pek bir şey bulamadım ve her zamanki gibi dar zamanlarımın kurtarıcısı Haruki Murakami'nin kollarına atıldım (dar zaman kurtarıcısı derken, şimdiye kadar Murakami'den okuduğum roman sayısı hepi topu 3'tür, yanlış anlama olmasın. yine de, çok severim onun stilini, o başka).

Aralık 2013'te, ilk baskısı raflara çıktığında aldığım ancak gerek işlerin yoğunluğu ve gerekse de iRo!'nun okuma programı nedeniyle okumaya fırsat bulamadığım 'Koşmasaydım Yazamazdım' ile buluşmam böylece araya giren 1 yıldan sonra gerçekleşebildi.

Ne de iyi oldu!


Her şeyden önce, "iyi ki de ROMAN değildin!" güzel kitap! :) Kitap kulübünden önce roman okumak konusunda pek az deneyimi olan ben 6 yıl boyunca sadece roman okuyunca farklı türleri gerçekten özlemişim, bunu fark ettim (hayır, roman kötüdür demiyorum, nasıl diyebilirim böyle bir şey?) ve Murakami'nin özel hayatına ucundan köşesinden dahil olmanın tadını çıkarttım.

Maalesef işlerimin en yoğun olduğu 2 haftalık süreye denk gelince hepi topu 169 sayfa olan bu kısa kitabı ancak bitirebildim ve aralarda bana göre uzun sayılacak esler vermek zorunda kaldım okumama. Buna rağmen, Murakami'nin kafasının içinde ve karakterinin sınırlarında dolanmaktan çok hoşlandım.

Kendini irdelerken samimi davranmaktan kaçınmamış yazar. Yazma eylemini sağlıklı (başarılı) bir şekilde yerine getirebilmek için sağlıklı (güçlü) bir bünyeye sahip olması gerektiğine karar vermesiyle birlikte uzun mesafe koşucusu olmuş. Tam maratonlar koştuğunu, bunun için hemen her gün antrenman yaptığını, triatlon deneyimlerine sahip olduğunu bilmiyordum ben bu kitabı okumadan önce. Zaten kitabın adına ya da konusuna değil de yazarına tav olarak aldığım için, bir Murakami günlüğü okumayı umarak başladım ve bunu bulabildiğim için de mutlu bir şekilde kapağını kapatıp bu yazıya başladım.

Zeki bularak sevdiğim metinlerin sahibinin hırslı ve kendiyle kavgalı bir insan olması beni hiç şaşırtmadı. Kişiliğini sevmeyen ve bundan şikayet etmese de bunu zaman zaman mazeret yapmaktan çekinmeyen bir insan olduğunu sanıyorum Murakami'nin. Sanırım kendimi de biraz bulduğum için (hırs yok bende bakın, o başka!) bazı açılardan kitabın bana ayna tuttuğunu düşündüm. Kendisini şaşırtan, endişelendiren, korkutan ya da zorlayan şeyleri açık bir şekilde (ve tabii birçoğumuzdan çok daha edebi bir dille) anlatması sayesindedir ki, Murakami okuru olmayanlara dahi tavsiye edebilirim bu kitabı.

Ancak...

Çeviri ve düzelti için aynı şeyi diyebilir miyim çok emin değilim. Kitap Japonca aslından çevrilmiş, Japonca bilmediğim için o konuda bir yorum yapmam mümkün değil (ve belki de çevirmen İngilizce bilmediği için beni rahatsız eden bir kısım noktayı gözden kaçırdı) ancak düzelti bunun için var ve yayıncıların büyük kısmı hala bu konuda ciddiyet sahibi değil maalesef.

Murakami'nin sanatın (ve dolayısıyla da, sanatçıların) sağlıksız olduğu kanısına değindiği kısım 3 ya da 4 paragraftan oluşuyordu yanlış hatırlamıyorsam ve yazar bu kısma girişte bu kanıya katılmadığını belirtirken bir sonraki paragraf itibariyle bunun aslında karşı çıkılmayacak bir kanı olduğunu ve aslında sanatçıların pek de sağlıklı bir iş yapmadıklarını, bu nedenle de bünyelerini güçlü tutacak şeylerle uğraşmalarının iyi olduğunu düşündüğünü yazıveriyor. Bu çelişki bilmem yazar kaynaklı bir çelişki mi yoksa çeviride bir şeyler ters mi gitti? Olabiliyor, daha önce başıma gelmişliği var.

Bir bariz örnek de aşağıdaki fotoğrafta sizlerle:


Neyse ki "willow" (söğüt) ve "pillow" (yastık) arasındaki fark o kadar da büyük değil...?

Son olarak bir de kitabın adının Türkçe çevirisi olan "Koşmasaydım Yazamazdım". Emin olamamakla birlikte, bana pek de Japonca adının tam çevirisi değilmiş gibi geldi. Bunu da sadece uzun uzun yazılmış olan kitabın orijinal adından ötürü değil (Japonca farklı bir dil nihayetinde, belki de uzun uzun dediği şey bizim dilimize böyle tercüme ediliveriyordur) aynı zamanda yazarın son sayfaya düştüğü notta kitabın adını seçerken ilham aldığını söylediği "What We Talk About When We Talk About Love" (Aşktan Söz Ettiğimizde Sözünü Ettiklerimiz) referansından ötürü düşündüm.



Kim bilir? Belki de yanılıyorumdur. Yine de, ricadan zarar gelmez, yayıncılardan ve çevirmenlerden okurlarına saygı duymalarını ve işlerini ciddiye almalarını rica ediyorum bir kez daha.

Pek severek okuduğum şu kısımla yine de ve her şeye rağmen okumanızı tavsiye ediyorum Murakami'nin mini ve hatta tek eksenli hatıratını:


Altını çizmek isteyeceğiniz cümleler bulacağınızı düşünüyorum yer yer. İyi okumalar!