16 Aralık 2009 Çarşamba

Karamazov Kardeşler üzerine tamamen duygusal…



yaklaşık 3 haftadır okumakta olduğum bu büyük romanı bitirmemin üzerinden bir 10 dakika kadar ya geçti ya geçmedi, sıcağı sıcağına ve kirpiklerim hala nemli bir şekilde burnumu çekerek oturup yazmaya başladım. romanın konusu ya da yazarın becerisi hakkında bir şey yazmaya kalkışmayacağım, sonuç itibariyle böyle bir romanı kısa sürede (ve hele henüz bu kadar etkisindeyken) analiz etmek ve de yazarını eleştirmek bana gerçekten düşmeyecektir.

rus edebiyatının belki de en bilinen eserleri arasında bulunan karamazov kardeşler'i ve dostoyevski'yi daha yakından tanımak istemeniz durumunda zaten vikipedi'den faydalanabileceğiniz ve muhtemelen benim aktaracaklarımdan çok daha doyurucu bilgiler okuyabileceğiniz için ben, tamamıyla duygusal yaklaşıyor ve de anladıklarımdan / düşündüklerimden ziyade hissettiklerimden bahsetmeyi tercih ediyorum.



her şeyden önce söylemeliyim ki, sonu beni tamamen dağıttı! son 5 sayfayı aralıksız ağlayarak ve içli içli burnumu çekerek okudum. benim için - kişisel olarak - çok da iyi oldu ve son dönemin stresini atmama yardım etti.

fakat... dostoyevski! bu nasıl bir finaldir?? bu - romanın kalan kısımlarının aksine - ne kadar sade, ne kadar dolaysız ve ne kadar gerçek bir anlatımdır! kelime oyunu ve duygu sömürüsü olmaksızın, kalbimi sızlatarak okuduğum bir son yazmışsın karamazov'ların tüm "serserilik"lerinin karşısına masum ilyoşa'yı ufacık ve tek başına dikerek.

bir babanın ve 3.5 oğlunun ne kadar birbirinden farklı ama aslında ne kadar da benzer olduklarını 1008 sayfa boyunca okudum. ve dostoyevski'ye, karakterlerine, psikolojinin bu kadar başarı ile kullanılmış olmasına (lütfen yazıldığı dönemi unutmayalım) bir kez daha hayran oldum. zaten meraklısı olduğum rus edebiyatı, o sert coğrafyasının içine işlediği ve şekillendirdiği zorlu karakterleriyle beni bir kez daha hem şaşırttı hem de büyüledi. sadece rus öykülerinde bulduğum samimiyet ve "bana çok uzak" toplumsal ve bireysel davranışlar / kararlar / eylemler sayesinde bir an dahi sıkılmadım.

mahkemede geçen sayfalar boyunca, dostoyevski'nin kendisinin de idama mahkum edilmesi ve de son anda - gerçekten de kurşuna dizilmek üzere beklediği sırada - affın kendisine açıklanarak serbest bırakılmasının yarattığı travmanın ve sıkıntının öyküye ve mitya karamazov'a ne kadar yansıdığını ara ara merak ettim. müthiş bir depresyon olsa gerek! karakterden de anlaşılıyor... rus milliyetçiliği ve din övgüleri hem dostoyevski'nin hayatını şekillendiren olayları bilmem hem de dönemin şartlarını göz önünde bulundurmam nedeniyle kolaylıkla hoşgörülebiliyor tarafımdan. zamanında bundan çok rahatsızlık duyan bir arkadaşım bana aksi yorum yapmış olsa da, ben kendi adıma hiç rahatsızlık duymadım. her ne kadar bir "türk düşmanı" olduğuna dair söylentiler kulağıma daha önce gelmiş olsa da (ki konumuz bu değil) önyargı ile yaklaşmamalı ve okumalı bu eseri diyorum.

çünkü - kim ne derse desin - dostoyevski büyük bir yazar ve karamazov kardeşler insanın içini kıymasına rağmen hem "her şeye rağmen" son derece gerçek roman karakterleri hem de özellikle Büyük Engizisyoncu bölümü için okumaya değer!

ufacık, minicik bir alıntı yapmak istiyorum burada, alyoşa karamazov'un ağzından:

"hayattan korkmayın çocuklar! iyi, doğru bir şey yaptığınız zaman hayat öyle güzel ki!"

11 Aralık 2009 Cuma

Gizliajans - Alper Canıgüz: ters köşeye yatırdın beni yazar!

ilk defa okudum alper canıgüz'ü.

ve genel itibariyle beğendim, gözümün önüne masasına oturmuş önüne bilgisayarını çekmiş, sigara dumanı ve masada alkol şişeleri & kahve fincanları yığılmışken yazan ve yazan ve yazan bir adam geldi (seviyorum basmakalıplarımı).

eğlendim okurken.

ileriye yönelik bir iz bıraktı mı?
yok, bırakmadı.
aman da hemen koşup diğer kitaplarını da alayım dedirtti mi?
yok, dedirtmedi.
ama bu kitaptan keyif almama engel oldu mu?
yok, asla olmadı.

hikayenin kendisiyle ve hatta okurlarıyla dalga geçen yazarları severim. samimi gelirler bana. alper canıgüz ara ara "bakın ben ne zekiyim bunu da koydum bu oyunu da yaptım şurada burada azıcık kastım ama zekamdan sual olunmaz" dedi aslında fakat yine de genel itibariyle rahatça akan, beni çok yormayan ve ara sıra da ters köşeye yatıran bir deneyim oldu gizliajans.

reklam sektörüne çok uzak ve hatta zaman zaman reklamcılara burun kıvıran bir hoppa olduğum için çok da içine girmediğimi söylemeliyim hikayenin. eminim bu sektörle, yaratıcılıkla alakalı olan arkadaşlarım okuduklarında kendilerini yakın hissettikleri detaylar da yakalamışlardır hikayenin içerisinde.



fakat uzaylı macerası, durnev hn'ın sadistik psikopatisinden kaçış planı (kadında sadistik bir psikopati olmalı ki bu kadar yol alınabilsin basitçe halledilebilecek bir durum için), prens charles'ın yardımcı aktör tadında başarısı ve musa'nın - ki yerinde ben olsam ben daha beter olurdum eminim - şaşkın şaşkın oradan oraya sürüklenmesi pek eğlendirdi beni açıkçası.

adamım şaban ve favorim müberra abla beni yarı yolda bırakmadı, kendilerini tebrik ve takdir ettim.

neşe ile okudum, tartıştım, fikirlerimi belirttim ve okunmuşlar kitaplığımda kitap kulübü rafına yerleştirdim, bir sonraki maceramıza hazırım.

rahat okunacak ve arada gülümsetecek, eski filmlere ve çeşitli şiirlere göndermelerle hoş bir çeşni olacak kitap arayan herkese tavsiye ederim.

en sevdiğim kısmı da şuraya kısaca geçeyim : atılgan peşinde geçen onca sayfa sonrasında karşımıza çıkan nesne (hadi belki biri okuyacaktır daha, benim eğlendiğim gibi onlar da eğlensin isterim, o nedenle yazmıyorum) ve orada kafamın içinde yazarın "hadi len artık daha neler amma uçmuşsun sen!" dediğini duyar gibi olmam... pek güzeldi gerçekten! :)


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.