"her öykünün bir aslı, bir de negatifi vardır"
-muska, sayfa 112-
negatifi olmasa asıl olanın - olması mümkün olsa idi dahi - pek bir etkisi olmayacak, değil mi? diyalektik sever bünyem hemencecik benimsedi bu cümleyi, daha bir ısındı okumakta olduğu romana bu cümleyle birlikte... :)
sadık yemni ile ilk karşılaşmamız bu, daha önce okumadığım, hakkında çok az şey bildiğim bir yazarın kitabını - üstelik de 4 ciltlik uzun bir savaşın izlerini üzerimde taşırken - elime aldığımda içimden geçen tek şey (dürüst olacağım, kusura bakmayınız) rahat ve "serilerek" bir kitap okumak dileğimdi. ve bu - ara ara karışan kafama rağmen - gerçekleşti.
fantastik edebiyata, korku hikayelerine (ancak kitaplarda ama!), cinlere - perilere - öte alemlere - gayba fazlasıyla meraklı bir insan olarak, stephen king ve benzeri yabancı yazarların öykü ve romanlarını gençliğimde (!) çok okumuş ve sık sık da neden bizim böyle romanlarımız olmadığını, kendi motiflerimizi taşıyan hikayeleri bolca göremediğimizi düşünmüşümdür. bu bağlamda, sadık yemni'yi daha önceden tanımamış olmam tamamen benim ayıbım, boş yere hayıflanıyormuşum meğer...
her şeyden önce, yazar eski izmir'i (yer yer burnumun direğini sızlatacak şekilde) anlatarak beni hemen tavladı. "eski izmir" derken, ben 1977 doğumlu bir kişi olarak romanın geçtiği zamandaki izmir'e dahi yabancıyım, fakat 80'lerin izmir'inden ve izmirlisinden o kadar da çok iz vardı ki, o çok özlediğim izmir yazlarına ve anneanne anılarına gittim bir çok noktada. bu benim duygusal özlemim işte, yapacak pek bir şey yok :) -- sanırım bir gerilim romanı okurken duygulanmayı becerebilen ender insanlardanım!
karakterlerin bir kısmına (ayten'e, ziya'ya, şadiye'ye, tahir'e) bayıldım. gözümde onları o kadar net canlandırabildim ki! özellikle de ayten - kırmızı rujuna ve ayakkabılarına kadar - gözümün önüne geldi.
ve ilk başta farklı zamanlardan bahsedildiğini sanırken aslında sadece onunla kalınmadığını ve işin içinde paralel evrenler de olduğunu anladığım andan itibaren rahatlayıp biraz daha sakin sakin okuyabildim (kafam karıştığında sakin kalamıyorum da...).
halit'ten fizik dinlediğimiz yerler ve özellikle de kaderin "duygusuz ve o yüzden de amaçsız bir rastlantısallık sistemi" olarak tanımlandığı sayfaları okumak çok hoşuma gitti, çok beğendiğim noktalara değinmiş yemni.
genel itibariyle, sadık yemni ile tanışmış ve bu kitabı okumuş olmaktan memnunum.
gelelim yukarıda yazdıklarımın "negatifi"ne :
- gönül isterdi ki kitap - redaksiyon açısından - daha özenli olsun. maalesef yayınevi bu konuda pek başarılı bir iş çıkartamamış.
- yazarımızın ara ara bizi sanki özellikle kaybetmek ister gibi sağdan sola savurduğunu hissedip aralıklarla kafamı güzel güzel karıştırdım (ki bu dün yaptığımız toplantıda sorduğum bazı sorulardan da belliydi sanırım bazı kolay detayları dahi kaçırabilmişim ben!)... yapı olarak da takıntılı olmam nedeniyle, elime bir pürüz geçtiği anda onu iyice büyük bir oyuk haline getirene kadar kurcalıyorum. roman sırasınca da zaman ve karakterlerin yaşları konusuna o kadar takıldım ki ("genç" sandığım karakterin yarım yüzyılı aşkın anıları olması örneğinde olduğu gibi) ara ara geriye dönüp bazı şeyleri kontrol etmem gerekti, yorucu oldu bu biraz benim için.
- güzel giden ve tırmanan hikaye birden bitti ve "her şey" çözülüverdi sanki... ya da bende bu his uyandı.
- kuyuya takıldım, anlatılanlardan da önceki zamanlardan kalan bir lanet varmış gibi bir hisse kapıldım ancak bununla ilgili pek bir şey bulamadım, hevesim kursağımda kaldı.
okuduğumuz romanın yazarın ilk kitabı olmasından ötürü bu "negatif"lerin çok da üzerinde durmadığımı ekleyerek demeliyim ki:
özlem benim seveceğim türde bir kitap olduğunu söylediğinde yanılmadı, sevdim. ara ara gerildim, bazı sayfalarda ise düpedüz "korktum" (eheh zaten yapımda birazcık (!) ödleklik vardır), keyif alarak okudum ve sadık yemni'nin diğer kitaplarını da edinip okuyacağım (özellikle sarp sapmaz'ın büyüklük halini merak ediyorum). ve, ingilizce çevirisinin yayınlanmasından ötürü de yazarımızı tebrik ederim.
ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.