Bu noktada söylemeliyim ki benim gibi takıntılı insanlar için okuması zevkli fakat uygulaması çok zor böyle kuralsız yazıları! O nedenle ben gene bildik tanıdık kurallara, imlaya ve noktalama işaretlerine dönüyorum izninizle... :)
Muhteşem Süleyman (née Süleyman) ile Fritz (née Subhro) ile birlikte, bir Hindistan fili ile terbiyecisinin hiç de alışık olmadığı coğrafyalarda, benim hiç alışık olmadığım bir tarihte, enteresan gelen bir çok aristokratik davranışlarla süslü farklı bir macera oldu bu okuma benim için. Saramago ile böylece tanışmış ve başta Körlük olmak üzere diğer eserlerini de okunacaklar listeme almış oldum. Kısıtlı edebi eleştiri altyapım ve yeteneğimle söylemeliyim ki Saramago gerçekten özgün ve ayakları her şartta yere basan bir yazar. Daha önce okumadığıma hayıflandım açıkçası...
Lizbon'dan Viyana'ya kadar toz - toprak - rüzgar - yağmur - dolu - kar vb bir çok zorluğu birlikte aşan filimiz ve terbiyecisinin arasındaki ilişki ile dönemin Avrupa kraliyetinin akrabalık ilişkilerini izlemek hem düşündürücü hem de çok eğlenceliydi. Özellikle de yazarın sohbet havasında aktardığı öykü boyunca günümüze dönerek okuruna nasihatlerini, açıklamalarını, güncel fikir ve karşılaştırmalarını çok tuttum. Beni bir dakika bile kaybetmedi Saramago.
Mizahın eksik olmadığı felsefi bir eser bu kitap. Subhro ile birlikte "Tanrıya mı inanacağım yoksa filime mi?"sorusunun yanıtı insanın her daim aklında dönüyor hikaye boyunca ve özellikle de sonrasında. Kader - ironi - baskılar - din - tarih... İnsanların irili ufaklı topluluklarda ve toplumlarda mucizelere, farklı olana, gelişime ve ilerlemeye karşı duydukları korku ile karşılık hayranlık... Lutherciler ile Katolikler arasındaki farklar ve karşılıklı güvensizlikler... O dönemin bir gerçeği olan (hoş bugün değişen ne var diye sorarlar adama) cehalet... Sonuçta, yazarın da dediği gibi, "yolculukta kimse en yavaş hayvandan daha hızlı gitmeye yeltenemezdi kuşkusuz" ve "doğanın kimi gizemleri ilk başta çözülmez gibi görünür, ayrıca olduğu gibi bırakmak daha hayırlı olabilir çünkü yetersiz bilgi bize iyilikten çok kötülük getirir". Kendisine katılıyorum her iki saptamasında da.
Tam benlik bir hikayeydi kısacası. Üstelik, yaşanmış - ya da en azından tarihsel olarak bir şekilde gerçekleşmiş - bir durumun bu kadar akıcı bir şekilde aktarılması ve tarih ile kurgu arasındaki boşlukların hiç rahatsız etmeden ve göze batmadan, abartılmadan, doldurulması bende ciddi bir Saramago hayranlığı yarattı. Sayfa 179 - 180 boyunca şahit olduğum, yazarın yabancı dillerin anadile sızmasına duyduğu tepki ve bunu dile getiriş biçimi de cabası.
Aşağıya bir alıntı daha yapıyor ve sizlere de bu kısa ama güzel yolculuğu tavsiye ediyorum (kitapta geçtiği gibi, çeviriye ve çevirmenin de özen gösterdiği gibi Saramago'nun imla protestosuna dokunmadan kopyalıyorum) :
"(komutan) Kendi başlarının çaresine bakmanın bir yolunu bulacaklar, dedi evrensel olarak her derde deva kabul edilen cümlelerden birine başvurmuştu, bu tür cümleler arasında, sadaka vermeyi reddettiği zavallıya sabırlı olmasını tavsiye edeni kişisel ve toplumsal ikiyüzlülüğün kusursuz bir örneği olarak başı çeker."
Tanıdık geldi mi bu durum? :)
İyi okumalar!!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder