16 Ekim 2011 Pazar

omma rul put'ak hae : lütfen anneme iyi bak

"İnsan ancak başına bir şey geldikten sonra, özellikle de kötü bir şey geldikten sonra geriye dönüp ne yaptığını düşünür. İşte öyle anlarda, keşke öyle yapmasaydım diyebilir". (S.17)

Kırsal kesimde yetişmiş, çocuklarını kırsal kesimde büyütüp büyük şehirlere göndermiş, hayatını ailesi ve evi ekseninde kurmuş bir anne. Yemeyip yedirmiş ve giymeyip giydirmiş bir kadın. Yetişkinlik hayatlarını annelerinden uzakta kurmuş, çoluk çocuğa karışmış ya da kariyerlerine odaklanmış, annelerini rahat ettirmek ara sıra akıllarına gelse de günlük hayat koşturması içerisinde her seferinde ertelemiş çocukları, ilgisiz (daha doğrusu karısını çantada keklik bilen) bir koca... Ve hep güçlü olmuş ancak artık yaşlanmış ve de sonunda hastalanmış bir kadın.

Anne ve baba çocuklarını ziyarete büyük şehre gelirler ve koca karısını kaybeder istasyonda. Ve çocuklarıyla bir olup her yeri arasalar da, ilanlar çıksalar da bulamazlar anneyi. Biz de bu arada her bir çocuğunun gözünden annelerini tanır, hatıralarına şahit olup hislerini okurken hayal kırıklıkları ve pişmanlıklarını öğreniriz: annenin fedakarlıkları, kızgınken ve çocukları onu anlamazken dahi aslında her şeyi çocuklarının iyiliği için yapıyor oluşu, hikayesinin saflığı insanın içini acıtıyor. Belki de bir yaşlılık klasiği bu: yuvadan uçan çocuklar kendi hayatlarını kurduktan sonra anneye pek zaman ayıramıyorlar ama anne için dünya hala sadece çocuklarından ibaret. Bizim alışık olduğumuz anlayıştan çok uzak düşmeyen bir hikaye bu. Belki de bu nedenle tam onikiden vuruyor hedefini. İnsanı kendi ana-babasıyla olan ilişkisini, onlarla olan iletişimindeki sabırsızlıklarını ve bunların nedenlerini gözden geçirmek zorunda bırakıyor. Aslen neyin önemli olduğunu, rollerin ne zaman ve nasıl değiştiğini sorgulamak, araştırmak zorunda kalıyoruz okurken bir yandan da kendi içimize dönüp.

Ve yer yer cidden canımız yanıyor. Buna rağmen elimizden bırakamıyoruz sanki ve bir yandan da sürekli dua ediyoruz bulsunlar annelerini diye. Ama işte hayat her zaman istediklerimizi vermiyor sanırım bize ve biz bazı şeylerin kıymetini ancak kaybettikten sonra anlıyoruz.

Çok severek okudum. Kulüpte önerilmeseydi kitapçı rafında görüp seçip okuma ihtimalim cidden çok düşük olurdu, iyi ki iRo! var dememe sebeptir 'lütfen anneme iyi bak'.



Kısa bir not olarak ekleyeyim: bizim okuduğumuz Türkçe çeviri aslen Korece yazılmış olan romanın "Please Look After Mom" adlı İngilizce tercümesinden gerçekleştirilmiş. Kore dilinde olup da İngilizcede bulunmayan bir anlamlandırma nedeniyle başlıkta önemli sayılabilecek bir nokta yakalanamamış. Burada "anneme iyi bak" derken aslında söylenmek istenen "annemi sana emanet ediyorum"a daha yakın bir şeymiş.


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder