7 Kasım 2011 Pazartesi

Aşktan ve Gölgeden! - Isabel Allende

"yazarken, karanlığı dile getiriyorum. hemen her zaman böyle oluyor. çünkü gerçekliğin bir parçasıdır karanlık. ancak, kitaplarımın karamsar olduğunu sanmıyorum. kitaplarımda çok fazla acımasızlık var, ama dayanışma, umut, bir parça mutlu son bile var. keşke yalnızca mutlu sonları yazabilseydim, ne yazık ki yaşam hiç öyle değil" diyor allende kitabın arka kapağında. sanırım hayatı ve de kitabı en iyi özetleyen cümleler bunlar.

karanlık bir dönemde karanlıklar içinde bir ülke. başında bir diktatör. bastırılmış, ezilmiş, süründürülen ve korku içinde saklanarak yaşayan bir halk. fiziki olarak saklanmayanlar da duygularını ve düşüncelerini sürekli olarak saklamaya koşullamışlar kendilerini (başka türlü yaşamaları pek mümkün değil zaten). sosyalizmin büyük yenilgisi askerin elinden gelir ve sonrasında öylesine bir dönem başlar ki insanlar asker postalı altında aldıkları yaraları dahi sarmanın devlet düşmanlığı olduğunu zor yoldan öğrenirler. hayat artık herkes için çok zordur. görmemek, duymamak, konuşmamak çok zor olsa da nefes alıp vermeye devam etmek ve çocuklarını hayatta tutabilmek için buna mecburdurlar.

sadece şili'nin yakın tarihini ve faşist diktatör pinochet'yi biliyor olmaktan değil, bizleri tam da canevimizden vuran olayların ta dibine düşmesinden ötürü çok yakın bir hikaye.



maalesef çok yakın hem de! kendi cumartesi annelerimizi düşünmek dahi yetiyor bunların nasıl da kendi burnumuzun dibinde, ülkemizin her yerinde yaşandığını hatırlamak için. bu nedenle de sıklıkla dalarak, iç çekerek, hissederek, hatırlayarak, düşünerek okutuyor kendini allende 'aşktan ve gölgeden' sayfaları boyunca. insanın içi eziliyor bolca.

yurdumuz gündemini düşünmekten kendimi alamadığım yerler oldu sayfalar boyunca - tadımlık 2 kuple alalım şuraya:

S.202 - "adalet, artık neredeyse hiç kullanılmayan, unutulmuş bir sözcüktü; özgürlük gibi, suç unsuru sayılabilirdi"

S.215 - "kamuoyuna suçluları cezalandıracağımızı bildirin, sonrasını düşünürüz, halkın belleği zayıftır nasıl olsa" (general'in ağzından)

acımasız olayları mümkün olduğunca az acıtarak ama insanda yer etmesini sağlayarak aktarmış allende, iyi de etmiş yoksa pek okunabilir olmayabilirdi kitabımız. sonlara doğru romantizm had sayfaya çıkmış olsa da sosyalizmde o çocuksu hayaller ve "ilerideki güzel günler beklentisi" olmasaydı halimiz nice olurdu? hayat içerisinde gördüklerimizden pek farklı değil kısacası.

ve hikaye biter (ya da başlar ve devam eder). çember tamamlanır, anayurda döner ispanya'nın evlatları. sonrası hayalimize kalmış ki biz onu en güzel ve yumuşak şekilde bitirmeye sonuna kadar hazırız. her hayal gibi!

bir önceki kitabımız 'lütfen anneme iyi bak'ta olduğu gibi bu kitabımızda da "ne kadar da bizim gibi! ne kadar türkiye gibi!" dedik. birbirine bunca uzak coğrafyalarda halkların bunca yakın hikayeler yaşamaları, düşündürücü olsa gerek. ama aslında çok da garip değil düşününce: nihayetinde, hepimiz insanız ve hepimiz güzel günler görmek istiyoruz, güneşli günler.*



*nazım'ın "güzel günler göreceğiz" şiirini bilmeyen var mıdır diye düşünüyorum an itibariyle - marşımız gibi olmadı mı geçen yıllar içerisinde ne zaman umut aşılanmaya ihtiyacımız olduğunda dilimizde o! :)


bitirmeden önce iki not:
1 - güney amerikan edebiyatına bayılıyorum! hiç hayalkırıklığına uğratmadı bugüne kadar beni!
2 - can yayınları ve korsan yayın konusuna tekrar giresim yok ama "çöplüğün generali" deneyimimden yola çıkarak, elime aldığım kitabın kalitesi maalesef beni gene düşüncelere sevk etti. bilemedim.


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder