14 Şubat 2010 Pazar

'İnci Gibi Dişler'den yansıyanlar..

her yazıma aynı cümleyle başlamaktan ben sıkıldım ama yine de kendime engel olamıyorum, çünkü son dönemde yazdığım üstünkörü ve hatta yüzeysel yazıların sebebi unutulmasın istiyorum :)

bu bağlamda, "inci gibi dişler" de benim için daha çok servisteyken okuduğum, pek fazla derinlemesine inceleme fırsatını yaratamadığım ve hakkında hiç araştırma yapmadan arkadaşlarımızın anlattıklarıyla yetinmek zorunda kaldığım bir kitap olmak zorunda kaldı.

jamaika ve bangladeş kökenli iki ailenin ingiliz kültürüyle kavgalarını, o kültürü reddetmelerini, her ne olursa olsun o kültür içinde kaybolmamak adına herkesle ve her şeyle - ülkeyle, insanlarla, kültürle, geleneklerle, sistemle - kavgalarını okurken, aklıma daha çok bizim "alamancı" ailelerimiz geldi. köyünden çıkıp almanya'ya yerleşen, alman kültürü tarafından yutulmamak adına alman olan hemen her şeyi reddeten ve köyünün adetlerine, töresine, geleneklerine ölesiye ve körlemesine tutunan, bunun sonucunda da ne oraya ne de buraya ait olamayan insanlarımız... tek fark, onların inci gibi dişleri olmaması dedim kendi kendime. elbette farklar çok fazla ama yine de yaşanan zorluklar ve bunlarla başaçıkma yöntemleri bana çok tanıdık geldi.

yobazlığa, cehalete, aptallığa hiçbir koşulda katlanamadığım için kitap boyunca sık sık sinirlendim ve ileri geri konuştum karakterler hakkında kafamda. yazarın, bu kitabı 25 yaş civarında yazdığını göz önünde tutarak ve benim böyle bir şeyi asla beceremeyeceğimi de bildiğim için, hakkını teslim etmekle birlikte yine de benim damak tadıma biraz uzak bir kitap olduğunu hissettim (bunu yazınca da kendimi "yemekteyiz" programında sandım, o ayrı!)



ironiye aşina, hayran ve meraklı bir insanım. ancak zaman zaman bana dahi "e yuh artık ama yahu" dedirten bir ironiler bombardımanına tutulmuş olmamız yorucu geldi. en sevdiği yemeği kapasitesinin çok üzerinde yiyen ve sonunda bundan ötürü mide fesadı geçiren bir insan gibi hissettim kendimi. bu nedenle, maalesef zadie smith beni kendine bağlı bir okur yapamadı bu kitabıyla.

yine de, iyi ki okumuşum diyebilirim, böylece en azından merak etmem gerekmeyecek daha 20'li yaşlarının başında sadece 80 sayfalık bir müsveddeyle 250bin pound gibi ciddi bir avansı alabilen insanın yazdıklarını. ayrıca eğlendiğim, şaşırdığım, merak ettiğim kısımlar olmadı kitapta dersem yalan söylemiş olurum. zaman kaybı değildi asla. ve de belki de doğru zamanda okudum, biraz aralıklarla da olsa, aktı gitti kitap. zamam zaman zorladı beni, zaman zaman üzerinde oturup düşünmem gerekti geriye dönüp ama bir süre sonra sabrım kalmayınca bıraktım kendimi gitti kitap son sayfasına kadar.

merak ettiğim bir nokta ise bu kitabın ilk yayınlandığı zamanlarda ingilizlerin kitaba verdikleri tepki oldu. ve türkiye'de türkiye & türkler hakkında böyle bir kitap yazılmış olsaydı burada ne tepki verilirdi (biraz da sırıtarak) düşündüm. ailelerinin hatalarını - yanlış evlilikler, çocuk yetiştirirken yapılan "iyi niyetli" türlü yanlışlar - ödeyen çocukların ne "ev"dekilere ne de "acı vatan"dakilere uyum sağlayamamaları, "anavatan"ın her zaman sadece bir hayal olarak kalması ve bunun o ezeli tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan döngüsü içerisinde ezikliğe sebep ve eziklikten sebep olarak sürekli olarak yüzümüze çarpılması, tüm çocukların mutlaka tam tersi bir kaçış yaratmaları ve "diğeri" olmaya çalışmaları aslında bir nevi özeti bu kitabın bence.

tek pişmanlığım, kitabı orijinal dilinde okumamış olmam çünkü benden önce yazan herkesin söylediği gibi, kabus gibi bir çeviriye mahkum etmiş oldum kendimi. ingilizce bilmeyen ve çeviriyi tek referans olarak kabul etmesi gereken kişilerin maalesef anlayamayacağı ya da ironisini yakalayamayacağı kısımları gördükçe çevirmene biraz teessüf ettim kendimce. fakat eğer kitap düzgün çevrilseydi kitapta bulduğum kopukluklar ve tutarsızlıklar giderilir miydi ondan emin olamadım. bir fırsat yaratarak orijinal metnini de okuyacak ve bunu kendim için öğreneceğim...

peki, kitapta nereleri beğendim, nerelerde eğlendim, nerelere katıldım? ya şimdi kaçın ki spoiler olmasın ya da aşağıya buyrun:

s.110 : "kahrolası savaşı otobüs kaçırır gibi kaçırdık jones"

s.200 : tayland kraliçesi örneği verilerek din ve gelenekler ile ilgili bölüm

s.245 : "ya her şey kutsaldır ya da hiçbir şey. o başkalarına ait şeyleri yakmaya başladıysa, o zaman kendi de kutsal bir şeyini yitirmeli"

a... son olarak... jamaika diline ait bir şey de öğrenmiş olduk kitapla birlikte : dillerinde "ben" - "sen" - "o" ayrımı yokmuş. anlaşmak zor olmalı diye düşündüm kendi alışkanlıklarımdan yola çıkarak. ama bir yandan da azami bir birlik beraberlik duygusu yaratır gibi geldi bana. pratikte o duygu var mı yok mu o kültürde, işte onu bilemiyorum :)


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder