28 Haziran 2009 Pazar

iki karşı kıyı üzerine, "ikircikli ütopya" : Mülksüzler


fantastik kurgu'nun önemli yazarlarından ursula k. le guin'in dostoyevski'nin dilimize "ecinniler" olarak çevirilmiş "possessed" isimli kitabına bir göndermesi olan mülksüzler (orijinal adı "dispossessed") bu ayki yıldız kitabımız... ecinniler'e atıfta bulunarak, şeytanın da sistemin de ele geçiremediği insanları anlatan kitap aslında ironinin dibine vurmaktadır her bir satırda.

kim ait, kim sahip belli değil... aitlik mi daha iyi sahiplik mi...? birbirinden gece ve gündüz kadar farklı iki sistem aslında temelinde o kadar aynı olabilir mi? insan faktörü işin içine girdi mi her şey ne kadar aynı aslında... yoksa değil mi?



türk bilimkurgu / fantastik kurgu okurunun yakından tanıdığı bülent somay'ın yayına hazırladığı ve çok şık bir sonsözle tamamladığı mülksüzler benim birden çok kere okuduğum ve sanırım aralıklarla okumaya da devam edeceğim bir kitap. ve yeri gelmişken, tam da şurada harika bir yazı var le guin ve mülksüzler üzerine... ama bu yazıyı kitabı bitirmeden okumamanızı tavsiye ediyorum...

- ...Gerçek kardeşlik - paylaşılan acıda başlıyor.
- O halde nerede bitiyor?
- Bilmiyorum. Henüz bilmiyorum.

"insan her yerde insan" ve aslına bakarsanız ana tema - her ne denirse densin - bence tam olarak da bu! görüyoruz ki burada da, bazen kuram olarak çok parlak görünen bazı fikirler uygulamaya geçtiğiniz zaman her zamanki duvara çarpıyor: fiziksel engeller.

burada, fizikselden kasıt: insan. doğamız gereği o kadar uzağız ki saf anarşik düzene, bazı fikirler kuram olarak kalmaya mahkum oluyor. ve de özgürlüğün nasıl bir paradoks olduğu, bollukta paylaşmak ve kardeşlik kolayken şartlar zorlaşınca - hatta çok zorlaşınca - insanın nasıl kendi vahşi hayatta kalma içgüdüsü tarafından yönetilmeye döndüğünü izliyor, şaşırmıyoruz. sahne ütopik olsun ya da olmasın, insan her zaman ve gerçekten de "insan"!

le guin'in yazarlığını ya da bir kuramcı olarak yetkinliğini tartışmak bana düşmeyeceğine ve kitaptaki çeşitli alegorik ve felsefi yaklaşımları anlatmaya da yer yetmeyeceğine göre, kitabı okurken üzerinde çok düşündüğüm bir takım sorularımı buraya almakta fayda var:

1 - odo kuramını urras'ta kurmuştu, bu komün düzeni urras'taki bolluk bereket içerisinde gerçekten de kurulabilir miydi? hayatta kalmak için işbirliği yapmak ve paylaşmak zorunda olan insanlar arasında kurulan denge herkesin kendi karnını rahatlıkla doyurabileceği bir coğrafyada ne olurdu? ne de olsa, shevek'in de kitabın ortalarına doğru bir urras'lıyla yaptığı tartışmada ortaya koyduğu gibi, komünal anarşinin sebebi paylaşım değil, hayatta kalmak anarres'te artık. idealizmle pek de alakaları yok aslında mevcut düzen içerisinde (sayfa 119 : "tek sağ kalma yolu buysa, toplumsal işbirliği ve karşılıklı yardımın neresi idealistlik?")

2 - detayları sayfa 264 - 266 arasında işlenen, tren makinistinin vermek zorunda olduğu (bana göre) çok zor bir kararı vermek bana düşseydi eğer ben ne yapardım? birkaç yüz insanı beslemek uğruna yoluma devam edip geride kalan herkesi aç bırakır mıydım? ya da yoluma devam edebilmek ve de trenimdeki yiyeceği korumak adına - sadece karınlarını doyurabilmek için - trenimi yağmalamaya kalkanları ezer geçer miydim? kaç insanın yaşamını kurtaracak olmak lazım bir insanın yaşamını söndürebilir olma hakkını edinmek için? ve ben her ne yaparsam yapayım, birilerinin ölümünden sorumlu olarak bir daha aynı insan olabilir miydim? ben hala çıkamadım bu işin içinden...

kitapta benim en çok hoşuma giden kısım geçmişin gelecekle birbirine bağlı olması ve de olmuş olanın aynı döngü içerisinde yerini tekrar bulmasıydı (sayfa 254 : "(isyan marşı) bu sokaklarda, iki yüzyıl önce, bu insanlar tarafından, kendi insanları tarafından söylenmişti)

ve ne acı ki, aslında değişen hiçbir şey yok - hiç kimse için! gene dünyada olan, dünyada kalıyor...

bu kitabın ekonomi ve toplumbilim öğrencileri tarafından mutlaka ders olarak okutulması gerektiğini düşünüyorum. sevimsiz ders kitapları ve didaktik kuramlardan çok fazla şey katacağına eminim insanlara :)

aslında yazılabilecek o kadar çok şey var ki! sayfalarca not aldığım hoşluklar, espriler, fikirler, sorular var burada... ama bariz olanı kitapta bırakarak ve herkesin kendi fikirlerine sahip olma hakkına saygı duyarak kendimce kitapta en önemli bulduğum kısmı, sayfa 144-149 arasını bir kez daha okumayı tavsiye ediyorum herkese...



toplantımızı heybeli'de başlattık ve burgaz'da devam ettirdik. tartışmalarımız boyunca, adalardan hangisindeysek, orada oturduğum noktadan karşı kıyıya baktım. ne kadar farklıydı ama aynı zamanda ne kadar da aynıydı. ne kadar da "biz"di her biri.

son olarak :

"farklı güneşlerin ışıkları farklıdır, ama tek bir karanlık vardır".


ille de ROMAN olsun! kitap kulübü için yazılmış bir yazıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder