22 Haziran 2009 Pazartesi

"okumak" üzerine…

kitap okumak, bizimkisi gibi "kısa yoldan köşeyi dönmek ve de bu yolda her şeyi mübah saymak" öğretisi üzerine kurulu düzenlerde, zaman kaybı olarak görülmektedir. eğitim sistemi sorgulamak / araştırmak / sindirmek / anlamak yerine tamamiyle ezbere dayalı olduğunda insanlar sadece zorunlu kaldıkları zaman bir kaç satır okurlar ve zorunluluk ortadan kalkar kalkmaz (mezuniyet sonrası) kitaplar raflarda aksesuar olmaktan öteye gitmez... çarşı dolaşıp vitrin bakmaya ya da televizyonda herhangi bir program seyretmeye gereksinim olarak bakılırken kitap okumaya hiç bir zaman vakit yoktur ne hikmetse...

kişisel fikrim, özellikle bizimkisi gibi düzenlerin sürebilmesi için (ki burada sadece ülkemizden bahsettiğim sanılmasın, mevcut dünya düzeni de böyledir) insanların kafalarını çalıştırmaları, düşünmeleri ve sonuçlara varmaları önlenmelidir ki kişiler dolap beygiri gibi "üzerlerine düşenleri" yapabilsinler. sonra, allah korusun, okudukları bir şeyler beyinlerinde bir çağrışım yapar, düşünürler, fark ederler, sonuca varırlar, harekete geçerler... neme lazım! okunmamalı, yazılmamalı, düşünülmemeli. verilen her ne kadar ise ona kanaat edilmeli ve ötesi aranmamalı.

böylece, garantilenir düzenin devamı.

ufak bir kitle kalır "okuyan". düşünen. soran. anlamaya çalışan. tartışan. fikir oluşturan.

bilgi sahibi olmak ile fikir sahibi olmak arasındaki farkı belirleyendir "okumak". okuduğunu işlemek ve sonuca varmak.

bu arada "okuyan" kitle de kendi arasında bölünür... entelektüel okurlar (ki ben bunun günümüzde herhangi boş bir kavramdan öte bir şey olmadığını düşünürüm) ve bu entelektüel okurların burun kıvırdığı roman okurları.

ne okunmalıdır? ne vakit kaybıdır? neden uzak durulmalıdır? kime ağza gelen saydırılmalıdır? kim "zırva" dahi yazsa alkışlanmalı ve göklere çıkartılmalıdır?

o kadar subjektif yanıtlara sahiptir ki bu sorular... tek bir doğrusu olmadığı halde, bir kısım insan - sırf kabul edilmek hatrına - ömürlerini kendileri için aslında tek bir anlam dahi ifade etmeyen kitapları hatmetmeye adarlar. ne zaman kaybı!!

oysa ki, bir kitabı okumak istemenin, o kitabı sevmenin bir çok farklı nedeni olabilir... ben bir kitabı sadece kapağını beğendiğim için okuduğumu (kitab-ı duvduvani bunun için harika bir örnektir bu arada!) ya da önyargılarla işlenmiş bir merak nedeniyle elime aldığımı (bakınız, aşk) ve sonrasında "sadece roman" okumadığımı, nedenini bilmediğim bazı davranış ya da alışkanlıklarımın derinine inmemi sağlayacak anahtarı da orada bulabildiğimi görürüm. olağan koşullarda gidip de rafta görüp satın almayacağım herhangi bir kitabı okumuş olmak, o kitabın popüler olup olmaması, beni ne derece zorladığı ve sıktığı ikincil konulardır artık... önemli olan o kitabın içinde kaybolabilmem ve bir şekilde o kitaptan kendime bir şeyler katmamdır.

ve - bazı istisnai durumlar hariç - her romanın ufak bir şekilde dahi olsa okuruna bir şeyler katacağı bence kesindir. en kötü ihtimalle, "iyi roman" ve "kötü roman" arasındaki ayrımı yapabilecek deneyime daha çabuk ulaşmamızı sağlar.

aslına bakarsanız, iyi bir roman okuru değilim ben. büyürken, yurtdışında olmam nedeniyle, okuduğum tüm türkçe kitaplar anne babama aitti ve annem aşk romanlarını severken (pek benim tarzım değil ama hele de çocukken iyice bana uzak konulardı bunlar) babam araştırma ve belgesel konulu kitaplarını tercih ederdi. o sebeple de hep "yaşımın ötesinde" kitaplar okuyarak - bazıları vaktinden evvel oluşmuş - düşüncelerle oluştu benim kitap zevkim. kitap okumaktaki itici güç benim için ilk başlarda çok yalnızlığımdan kurtulmaktı. ama oyun da oynayabilirdim, kitapları seçtim. sayfaları sevdim (hala internette bulduğum hoş makale ve yazıları mümkün olduğu ölçüde çıktı alıp elimde tutarak okumayı, evirip çevirmeyi severim). yazarla okur arasındaki benzersiz ve çok özel olan o ilişkiyi kurmayı sevdim. çok uzun yıllar öncesinden gelen türlü fikir ve hayallerin kendi kafamda yankılanmasını hissetmeyi ve çok önceden üzerinde bir başkası tarafından kafa yorulmuş bir konu üzerinde düşünerek kendi fikrimi oluşturmayı sevdim.

denemeleri sevdim, felsefe ve tarih okudum sıklıkla. romandan uzak düştüm. şimdi telafi ediyorum bir anlamda. ve de hiç sıkılmıyorum "ooooo ciddi hanım, siz böyle romanlar okur muydunuz nerede sizin felsefe kitaplarınız" diye bana takıldıklarında. bilakis, hoşuma gidiyor - ufkumun daha geniş, insanlara daha yakın, biraz daha sempatik olabildiğimi hissetmeye başladım son zamanlarda.

itiraf ediyorum, gene oldukça önyargılıyım, her yazara, her yayınevine, her konuya kendimi birden atamayacak kadar seçici davranıyorum... ama yine de, hele şu mülksüzler'le birlikte (bir itiraf daha, ben daha önce okumuştum ama o kadar uzun zaman geçti ki üzerinden, tekrar okumak çok büyük keyif!) içinde felsefenin, toplum bilimin, fiziğin, fantezinin bulunduğu müthiş bir roman ve harika bir kitap okuyorken, diyorum ki :

istediğiniz kitabı okuyun.
yeter ki okuyun.
ille de okuyun.

sevin. ve nedenini de bilin ki kendinizi tanıyın. :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder