23 Haziran 2013 Pazar

"Yılın Yazarı" - Petros Tatsopoulos

Kitap almayı severim, kitapçılarda yaptığım alışverişe ve kitap için ödediğim paraya hiçbir zaman acımam, hiç gocunmam. Kitaplığımda henüz okumadığım bir sürü kitap varken dahi elim kolum taşımakta zorlanacağım kadar çok kitapla dolu bir şekilde eve dönmek sıklıkla yaptığım bir şeydir. Bundan daha çok sevdiğim bir şey de yakınlarımın bana kitap hediye etmesidir. Kitap hediye almaktan daha bile çok sevdiğim tek şey ise normalde kendi halime bırakıldığımda satın alıp da okumayacağım bir kitabı beni çok iyi tanıyan birisinin seveceğimi bildiği için bana önermesi ya da hediye etmesidir ki bu bir kez daha sevgili kardeşim Ahmet sayesinde gerçekleşti.

Benim güzel kardeşim bundan birkaç ay evvel bize uğradığında bana iki tane kitap verdi: "Hoşgör Köftecisi" ve "Yılın Yazarı". Hoşgör Köftecisi'ni hemen yaladım yuttum, Yılın Yazarı o sıralarda elimdeki kitaplar nedeniyle bir süre beklemek zorunda kaldı. Şimdi ise, bitirmemin üzerinden uzun bir zaman geçmesine rağmen tadı hala damağımda, teşekkür ederim Ahmet'cim!

Petros Tatsopoulos'u bu kitabı okuyana kadar tanımadığım için kendisi hakkında birikmiş fazla bir fikrim ya da deneyimim bulunmamakta. Bu sebeple, İş Bankası Kültür Yayınları'nın Ocak 2009'da ilk baskısını yaptığı kitabın (korkarım hala o ilk baskı var raflarda) tanıtım yazısını buraya almak istiyorum öncelikle:

"Petros Tatsopoulos 1959'un Aralık ayında Girit'in Rethimno kentinde doğdu. Çocukluğu ve gençliği Atina'da geçti. İktisat ve siyaset bilimi okudu. Sosyal danışman, senaryo yazarı, gazeteci, editör ve televizyonda kitap programı sunucusu olarak çalıştı.

İlk romanıyla eleştirmenlerin beğenisini kazandı, "80 kuşağı" olarak adlandırılan genç yazarların en çok tanınan temsilcisi oldu. Önceki kuşakları besleyen düşlerle, ideolojilerden yoksun çağdaş gençlerin açmazları ve arayışlarını ele aldı. Yerleşik kurumlarla yaygın düşünce kalıplarının parodisini vererek, toplumun iç karartıcı görüntüsüne ayna tuttu. Yalın bir dille, gerçekçi bakış açısı ve buruk bir alaycılıkla, mevcut düzenin mantık dışılığını ve seçeneksiz bireylerin tablosunu çizdi. 

Tatsopoulos bu romanında, Milli Kitap Merkezi'nin bir sanatçıyı yılın yazarı seçmesinin öyküsünü anlatıyor: Farklı gruplar, bu seçimi kendilerine yontmak üzere çeşitli entrikalara başvururlar. Sonunda çoğunluğu en az rahatsız eden bir yazar bu onura lâyık görülür. Kısa bir süre sonra, seçilen sanatçının başka özellikleri de ortaya çıkar, ortalık karışır."



Durağan ama son derece leziz bir roman "Yılın Yazarı". Edebiyatın değil ama edebiyat kurumunun ve onun siyasi uzantılarının köhneliğini çok sert bir şekilde ele alan Tatsopoulos normal şartlarda çok sıkıcı bir hale bürünebilecek metnini öyle hoş bir mizahla işlemiş ki, ağlanacak hallere gülerken buluyorsunuz kendinizi. Yazarın içinde yer aldığı toplum nedeniyle Yunan edebiyatı burada söz konusu elbet fakat işin içine devlet girdiğinde hiçbir ülke birbirine o kadar da uzak değil (ve tabii okurken kendi ülkemizde de romanda anlatılanlara yakın ne kumpaslar çevrildiğini düşünerek arada bağ kurmak zor olmuyor).

Eleştiride gözünü budaktan esirgememiş yazar. Bir çok karakteri oldukça karikatürize edilmiş olsa da, hedefinden şaşmadığını ve de varış noktasını adım adım nasıl işlediğini net bir şekilde takip edebiliyorsunuz. Ve eğer siz de benim gibi köhneliklerden illallah demişseniz, nefret sınırında dolaşan bir bezmişlikle izliyorsanız kurumları durduğunuz yerden, atılan her okla müthiş bir keyif alabiliyorsunuz.

Yunanistan'da durumun ne olduğunu pek de bilememekle birlikte, okurken Türkiye örneğinden yola çıkarak düşündüm biraz (ve de o sıralarda iRo!'da okuduğumuz Akçasazın Ağaları tartışmaları sırasında aklıma düşen bir iki şeyi de kullandım bu noktada) ve bana öyle geldi ki, Türkiye'de olduğu gibi Yunanistan'da da edebiyat dahil olmak üzere sanat çalışmalarında devlet etkisinin bu kadar yoğun olmasının sebebi bu ve benzeri ülkelerin sürekli öykündükleri Avrupa ülkelerindeki uzun (çok uzun) yıllara dayanan sanatsal / edebi birikimlerinin olmaması ve bu nedenle de pek fazla "klasik eser"e sahip olamamaları (son parantezle uzun cümlemi bitireceğim: Antik Yunan eserlerinden tabii ki bahsetmiyorum, Osmanlı sonrası Yunanistan ulus devleti burada söz konusu, aynen Osmanlı sonrası Türkiye ulus devletinde olduğu gibi). Ulusçu ve devletçi olunca ülke, ancak devlet eliyle, kurumsal işleyişle, toplantılar ve kararlarla yapılabiliyor edebi etkinlikler de. Ve çok fena sarpa sarıyor tabii sonunda. Bürokrat adam ne anlar edebiyattan sanattan!!

Bu son cümlem yüzünden beni yerden yere vurmayın, anladığınızı sanıyor ve umuyorum demek istediğimi. İyisi mi siz romanı edinin ve okuyun. ;)

Ufacık minicik ama eğlenceli bir paragrafla bırakıyorum sizi:
"Benim hakkımda söylediklerinde zerre kadar gerçek payı var mıdır? Evet, bir zerrecik var! Yönetim Kurulu toplantılarına katılmamın tazminatı olarak Milli Kitap Merkezi'nden komik bir ücret alıyorum. Aldığım bu sembolik ücret, devletin vergi gelirlerine ortak olduğum anlamına geliyorsa, tamam, teslim oluyorum! Ancak, Luka'nın bu yakıştırmayla, yaptığım yüz kızartıcı hizmetlerin karşılığında devletten - sadece kafasında var olan - yüklü ödenekler aldığımı ima ettiğini sanıyorum. "Kıç yalayıcı" derken de kimlere yaltaklandığımı söylemek istiyor? Herhalde Bakircis'i kastediyordur. İmansız Thoma dışında, kıyısından köşesinden de olsa, iktidar odaklarıyla cilveleşen başka tanıdığım yok ki! Müdürümüz Kültür Bakanı'yla sık sık yemeğe çıkar ve nadiren Başbakanlık Konutu'na çağrılır. Bu durumda, Papulya ardı ardına üç hatalı varsayımda bulunmuş oluyor. Bakircis'in bana, Bakan'ın Bakircis'e ve Başbakan'ın Bakan'a yakınlığını fazla abartıyor. Gerçeğin farkına varsa çok mutlu olacağını tahmin edebiliyorum, ama özür dilemek zahmetine katlanacağını hiç sanmam."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder