13 Ekim 2015 Salı

Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Türk Toplumunun Özü : Saatleri Ayarlama Enstitüsü

Çok zamandır kitaplığımda durmasına rağmen bir türlü fırsat yaratıp okuyamadığım "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" son dönemde en merak ederek başladığım roman oldu. Gönlümce (istediğim kadar seri bir şekilde, bölünmeden) okuyamadım belki ama çok büyük keyif aldım romandan. En sonda söyleyeceğimi başa alacak olursam: güzel bir romanı eğlenerek okumayı özlemişim.



Tanzimat öncesi itibariyle başlıyoruz anlatıcımız Hayri İrdal'in hikayesine şahit olmaya. Dört bölüm halinde önce tanzimat dönemine ulaşıyoruz, sonrasında tanzimat dönemini ve de sonrasını okuyoruz. Cumhuriyet kuruluyor ve akabinde yeni / modern resmi kurumların kurulması ile toplumsal değişimin nasıl gerçekleştiğini nefis bir mizahla aktarıyor bize Tanpınar.

Bölümlerin adları çok hoşuma gitti:

"Büyük Ümitler" - tanzimat öncesi
"Küçük Hakikatler" - tanzimat dönemi
"Sabaha Doğru" - tanzimatla birlikte cumhuriyetin kurulmasına doğru geçen süre
"Her Mevsimin Bir Sonu Vardır" - cumhuriyet dönemi

O kadar çok karakter var ki! Benim gibi bölünerek okumak zorunda kalanlar araya biraz süre girdikten sonra kimin kim olduğunu karıştırabilirler (ben karıştırdım) ve geçmiş sayfalara dönüp oralarda kaybolabilirler (ben kayboldum). Bu sebeple bana öyle geliyor ki çok fazla bölünmeyeceğiniz bir zamanda, örneğin bir tatilde, kitaba dalıp çok ara vermeden çıkmak en güzel okuma deneyimi olacaktır.

Tanpınar müthiş bir şekilde sembolleştirmiş tüm karakterlerini. Benim favori karakterim Osmanlı'nın son dönemini, çözülmesini ve sonunda yıkılmasını hikayeleştirdiği Abdüsselam Bey oldu. Koskocaman konağında, büyük bir refah içerisinde dünyanın dört bir yanından gelmiş akrabaları, gelinleri, damatları ve büyük bir nüfusla yaşayan Abdüsselam Bey zaman içerisinde gittikçe yalnızlaşır, ekonomik olarak sıkıntıya düşer, evlatları da dahil herkes konaktan iz bırakmamacasına uzaklaşır ve Abdüsselam Bey kendine modern zamanlara sıklıkla uyumsuz düşen yeni bir hayat kurmak zorunda kalır. Eski zamanların ihtişamına ait anıları en önemli güç kaynağı olur Abdüsselam Bey'in.

Görüyoruz ki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olsa Osmanlı İmparatorluğu tebaası da olsa bu toprakların insanının hamuru hep aynı: kandırmak, kandırılmak (ve bunu çok istemek), sorumluluktan ve çalışmaktan kaçmak, akılcılıktan ve bilimsellikten mümkün mertebe uzak durmak çok derinlerimize işlemiş bizim. Hep öyleymiş. Biliyorduk ya, resmi geçit halinde sayfalar boyu tekrar tekrar şahit olunca umutsuz bir öfkeye kapılmamak zorlaşıyor. Neyse ki mizah var! Yoksa nefes alamaz olurduk roman ilerledikçe.

Ben Abdüsselam Bey'i kısa bir örnek olarak vermiş olsam da Doktor Ramiz ve Halit Ayarcı'ya dokunmadan geçmem elbette mümkün değil, her ikisi de nefis stereotipler olarak toplumun çok önemli iki kesimini temsil ediyorlar. Politikacılar, yeni burjuvazi, sıradan halk ve diğer tüm kesimler de canımızı yakacak kadar kesin ve keskin bir şekilde düşmüş Tanpınar'ın kaleminden.

Romanın ilk üç bölümündeki tempo son bölümde biraz düşse de bunu Tanpınar'ın verdiği teknik bilgilere ve biraz da benim romandan uzaklaşmak zorunda kalmama veriyorum ve herkese öneriyorum Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü. Belki biraz daha az "biz nasıl böyle olduk?" sorusunu sorar, anladıklarımızı kullanıp sorunumuzu ele almak için yapabileceklerimiz var mı sorgularız böylece.

Ufacık minicik ve kişisel bir alıntı:



İyi okumalar.

2 yorum:

  1. dün akşam bitirebildim ben de kitabı. bitirebildim diyorum çünkü bahsettiğiniz üzere "kolay" bir kitap değil. hani deyim yerinde ise yabancı dil öğrenmek gibi. siz onu bırakırsınız kitap da sizi bırakıyor. ben bilmeden kitabın hazırlığını okudum! 2014 kışında okumaya karar verdim. ama 2015 kışında kitabı aldım. 2016 kışına doğru da bitirdim. ilk aldığımda bir bölüm okuyup bıraktım. sonra ekim başında yeniden başladım ara vermeden tamamladım. ara vermeden okunduğunda oldukça keyifli bir kitap.
    sizin yaptığınız alıntı ile birlikte benim de altını çizdiğim iki paragrafı yazmak isterim.

    * hayatımızın bir devrinden sonra başımıza gelen şeylere o kadar hazırlanmış oluyoruz ki, kederimizi kendi içimizde taşır gibi yaşıyoruz.

    *eski şapkalarımız, ayakkabılarımız,elbiselerimiz gün geçtikçe bizden bir parça olmazlar mı? onlar sık sık değiştirmek isteyişimiz de bu yüzden değil midir? yeni bir elbise giyen adam az çok benliğinin dışına çıkmışa benzer : kendinden uzaklaşmak, ona bir değişikliğin arasından bakmak ihtiyacı, yahut "ben artık bir başkasıyım!" diyebilmek saadeti.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) yazdığınız paragraflardan ikincisi beni kendi hakkımda çok düşündürmüştü - çok severim böyle tetikleyici metinleri. hatırlattığınız için teşekkürler.

      kolay değil ama kolay olmayanı aşmak her zaman daha hoşa gitmez mi? yorumunuz için teşekkür ederim, kendi başıma gevezelik yapıyor olsam da diyalog güzel şey!

      Sil