17 Nisan 2016 Pazar

"Coğrafya kaderdir" - Serenad

Aşk romanlarını pek sevmediğim ve dokunaklı öyküleri okumaktan mümkün oldukça kaçındığım gerçeğini şuraya not ederek başlamam en güzeli olacak sanırım. Böylece sildiğim son altı giriş cümlesinin yarattığı "ne yapsam da konuya nereden girsem" krizini atlatmış ve konuyu teknik olarak mı yoksa konu olarak mı yoksa beni kişisel olarak yakaladığı noktalar olarak mı ele almam gerektiği kararını ileriye bırakmış olabilirim.

Uzun zaman olmuştu böyle severek ve "eve gitsem de okusam" diye bekleyerek kitap okumayalı. Tadını yapabildiğim ölçüde çıkardığımı söylemem lazım. :)



Bu bir aşk romanı, evet. Aynı zamanda da yakın tarihin en karanlık günlerini ve hatta günümüzle (gözden kaçırması imkansız) paralelliklerini gözler önüne seren ve okurlarına birçok farklı bilgi katan öğretici bir metin. Zülfü Livaneli'nin içten romancılığını da bu reçeteye katınca ortaya etkileyici bir kitap çıkmasını beklememek garip olurdu.

Beklentilerimi tamamen karşılayıp ötesine geçti Serenad. B A Y I L D I M !

30'larını ortalamış üniversite halkla ilişkiler sorumlusu Maya ile 80'li yaşlarının sonuna gelirken gençliğinin en hüzünlü dönemine tanıklık etmiş şehre ziyarete gelen Maximilian'ın bir araya gelmesiyle kuşaklar arası bir örgü kendini ortaya serer. Maya ve Max'in dostluğu geliştikçe biz onların hayatlarındaki kadınların yaşadıklarını öğrenmeye başlıyor ve devletlerin, savaşların, toplumsal nefretin insanlık tarihinde açtığı onarılması imkansız yaraları içimiz ezilerek okuyoruz.

Burada Zülfü Livaneli'ye şapka çıkartıyorum: bu kadar acıklı ve insanı ister istemez öfkelendirip isyan eşiğine getiren olayı hiçbir şekilde abartmadan, dramatize etmeden ve sözünü de sakınmadan aktarmak herkesin harcı olmasa gerek. Üstelik bir kadın karakterin ağzından aktardığı öykü boyunca rahatlıkla hoş görülebilecek şekilde ve çok az sayıda "erkek bakış açısı" tuzağına düşmüş. Çok yönlü bir sanatçı olduğunu düşündüğüm Livaneli'ye bir kez daha hayranlık duyduğumu saklamayacağım: sanat yapmak için değil, hikaye anlatmak için yazmış romanını, gösterişten uzak, kendinden çok şey kattığı, öğretici ama aynı zamanda didaktik olmayan tatlı bir tempoyla yormadan yürütüyor okurunu. Müzikten anlasam, muhakkak adı ile romanın temposu arasında da bir bağ bulabilirdim ancak maalesef müzikle ilgim dinleyicilikle sınırlı.

60 yıl öncesinde kalan aşkına veda etmek üzere İstanbul'a gelen profesör Wagner, kendisine mihmandarlık yapmakla görevli Maya'ya kendi geçmişini anlatırken bizi Nazi Almanya'sından Struma'ya ve dönemin İstanbul'una götürüyor. Maya ise bu arada kendi ailesinin sırlarını öğrenip Ermeni babaannesi ile Mavi Alay faciasında ailesini kaybeden anneannesinin öykülerini gün yüzüne çıkartıyor: birbirinden tamamen farklı coğrafyalarda ya hükümet yetkililerinin statükoyu koruma amacıyla aldığı kararlar ya da faşist nefretin getirdiği etnik temizlik sonucunda kimliklerinden vazgeçmek zorunda bırakılan, kimi diğerlerinden daha şanslı üç kadın: Semahat (Ermeni Mari), Ayşe (Tatar Maya), Katharina (Yahudi Nadia). Hepsi kendilerinden çok şeyi kaybetmiş üç kadının öyküsü diğer tüm akıntılardan daha kuvvetli bir şekilde okuru hem hislere hem de düşüncelere boğuyor. Hissetmeye ve düşünüp anlamaya hevesli okurları tabii...

Buna rağmen eleştirim yok mu? Olmaması mümkün değil! Livaneli'nin bize tarihsel gerçekleri aktarmak için aktarıcı olarak seçtiği Maya'yı biraz daha "gerçek" bir karakter yapmış olmasını isterdim. Dediğim gibi, roman yazmak için değil bir dönemi aktarmak için yazmış ve bunu da birden fazla kez ortaya koyarak hiç saklamamış yazarımız. Ama işte, keşke bunca karakterin kesiştiği toplayıcı karakter Maya da bir "karakter" olsaymış. Onu hiç işinde gücünde çocuk yetiştiren kanlı canlı bir insan olarak hayal edemedim. Son bölümdeki "masala masalsı son yazalım" tercihini ise anlamakta zorlandım.

Ve bu dahi beni romandan tat almaktan engelleyemedi, buna rağmen çok beğendim. :)

Hakkında çok yazarsam şimdiye dek okumamış olanların elinden kitabın keyfine ait birkaç şeyi çalacakmışım gibi geldiği için uzatmak istemiyorum. Çok kötü dönemler geçirmiş ve çok daha kötülerine doğru hızla gittiğini hepimizin gördüğü dünyada bitmeyecek iki şey varsa biri insanların acımasızlığı, diğeri ise aşk olsa gerek. Bu kitapta her ikisi de ustalıkla işlenmiş. Benim gibi ne aşk ne de hüzün okumak isteyen bir okuru dahi hayranları arasına kattı, daha ne olsun?

İyi okumalar dilerken, tadımlık ufak bir paragrafla bırakıyorum sizi:

3 yorum:

  1. Z.Livaneli'nin kitapları daha doğrusu yazarlığı konusunda önyargılıydim. Serenad ilk oldu ve devamını getirdi :)

    YanıtlaSil
  2. Z.Livaneli'nin kitapları daha doğrusu yazarlığı konusunda önyargılıydim. Serenad ilk oldu ve devamını getirdi :)

    YanıtlaSil
  3. benim de daha önceden kitap kulübümüzle okuduğum son ada haricinde livaneli kitabı deneyimim yoktu, sanırım diğerlerini de imkan oldukça okuyacağım :)

    YanıtlaSil