30 Kasım 2012 Cuma

"Gerçek daima tektir" : 1Q84 - Haruki Murakami

Her şeyden önce Banu’ya teşekkür etmem gerekli sanırım kitap kulübümüzü Haruki Murakami ile tanıştırdığı için. Kendi halime bırakılsaydım bir gün sanırım tanışırdım ben de Murakami ile fakat bu kadar çabucak 1Q84’ü alır da okur muydum çok emin değilim. Japon edebiyatı bana çok uzaktı ve onun önerisiyle okuduğumuz Sahilde Kafka'dan sonra (gönlümün birincisi Rus edebiyatı merakımı geçememiş olsa da) gözümde ayrı bir yer kazanarak önceliklerimi değiştirdi.

1Q84, herkesin bildiği gibi, Murakami’nin en son romanı. 2009 ve 2010 yılları arasında 3 cilt olarak Japonya’da yayımlanmış ilk ve daha raflara çıktığı gün birinci baskısı tükenmiş. İlk bir ayda bir milyon kopya satış yapılmış. Ben yeni bir Murakami hayranı olduğum için o heyecanlı beklentiyi yaşayamadım tabii, baktım Türkçe çevirisi satışa sunulmuş, hemen aldım rafıma koydum ve 4-5 ay bekledim okumaya başlamadan önce.

Buraya ufak bir not düşmek istiyorum: bizde tek cilt olarak basmış Doğan Kitap 1Q84’ü. Kalın ciltli 1256 sayfalık kocaman ve ağır bir kitap alıyorsunuz elinize. Etkileyici görünüyor belki evet ama okuması pek zor. Hele ki benim gibi okumalarınızın büyük kısmını yollarda yapıyor ve okuduğunuz kitabı yanınızda taşıyorsanız durum iyice zorlaşıyor. Ben yanımda tabii ki taşıyamadım bu koca cildi, evde ve vakit buldukça okudum, bu nedenle de normalde bitireceğim süreden daha uzun sürdü benim 1Q84 maceram, istediğim kadar konsantre olup kaybolamadım içinde bu nedenle. Bundan sonra belki 3 cilt halinde de basılır da insanlar rahat rahat alır, yanlarında taşır ve gönüllerince okurlar.

Dört yılda yazmış Murakami bu romanı. Diğer eserlerinde yaptığı gibi, gerek klasik müziğin büyük isimlerine (kitabın teması bu sefer Leoš Janáček’in "Sinfonietta"sı) gerek günümüzün ünlü sanatçılarına bu kitabında da bolca yer vermiş. Murakami’nin bu huyu çok hoşuma gidiyor; bildiğiniz gibi büyülü gerçeklik akımının neferlerinden yazarımız ve de bir “rüya” içerisinde hem bildiğiniz hem de size çok yabancı bir arazide yürürken arada sırada karşınıza çıkan tanıdık isimler ve melodiler ayağınızı yere biraz daha sağlam basmanızı ve okuduklarınızla biraz daha özdeşleşmenizi sağlıyor.

Yıl 1984. Yer Tokyo.

İlk sayfada tanışıyoruz “esas kız” Aomame ile. Fazla bekletmeden yazar bize o anda takside bir yere gitmekte olan Aomame’nin bir kiralık katil olduğunu açıklıyor (hayır, merak etmeyin bunu yazarak kitaptan alacağınız tadı azaltmıyorum, konumuz bu değil çünkü). Aomame birini bir şey için öldürmeye gidiyor. Ama bir şeyler garip. Sinfonietta’yı dinlerken daha bunun farkına varıyor ama ne olduğunu anlayabilmiş değil. Garip olaylar olmaya başlıyor ve Aomame anlıyor ki taksiye binerken ardında bıraktığı dünya, taksiden indiğinde dahil olduğu dünya değil.

Ama aslında hala 1984 yılında. Yoksa değil mi?

Değil. Aomame’nin bildiği 1984 gitmiş ve artık yıl 1Q84.

(Kitaba adını da veren 1Q84 Japon dilinde bir kelime oyunu aslında: Japon dilindeki 9 (kyū ) İngiliz dilinde “soru” anlamına gelen “Question”ın Q’su ile eşsesli. Yani evet, 1?84’teyiz bir anlamda: paralel bir dünyaya mı geçtik henüz bilmiyoruz ama farklı bir gerçeklikte olduğumuz kesin.)



Aomame’yi kafa karışıklığı ile başbaşa bırakarak Tengo ile tanışıyoruz bu sefer. Kitabın “esas oğlan”ı. Tengo bir dershanede matematik dersleri veriyor, aynı zamanda da bir yayınevi için çalışıyor. Nihai amacı iyi bir yazar olmak. Yayınevinin editörü Komatsu bir yarışma için gönderilmiş sürükleyici ancak çok da iyi yazılmamış bir metni Tengo’ya baştan yazması için veriyor . Gölge yazarlığı kabul eden Tengo’nun tek şartı öykünün esas yazarı ile tanışmak. Ve tanışıyorlar: Fukaeri adlı lise öğrencisi disleksik bir kız çocuğu. Öyküsü de son derece enteresan: “little people” adı verilen bir takım varlıklar ve bir köyde geçen olaylar. Fukaeri’yi tanıdıkça Tengo fark ediyor ki aslında bu öyküyü bu kız yazmış olamaz. Zaten Fukaeri’nin de böyle bir iddiası yok, o sadece ilgi çekmeye çalışıyor.

Peki ne için?

Anlıyoruz ki “Şişeyle tıpa birbirine uymuyor. Sorun ya şişede ya da tıpada” (s.267)

Dünya dönmeye devam ederken Aomame ve Tengo’nun hikayeleri birbirlerine yaklaşmaya başlıyor. İlkokulda iki yıl aynı sınıfta okuduklarını ve sonrasında yollarının ayrıldığını, bir daha hiç görüşmediklerini öğreniyoruz. İkisi de birbirlerinden başka kimseyi sevmemiş. Aradan 20 yıl geçtikten sonra dahi hala yolda yürürken bir gün acaba diğeri karşısına birden çıkıverir mi diye yanlarından geçen herkesin yüzüne dikkatle bakmaktalar ve diğerinin kendisini bulmasını beklemekte, ummaktalar.

Aşk gerçekten her şeyin üstesinden gelebilecek mi?

Bunu size anlatmayı hedefleyen 1256 sayfa var önünüzde, eğer merak ediyorsanız.

Belki okuduğum en iyi Murakami romanı değil ama yine de bu bir Murakami romanı.

İnsanı, kendine rağmen, içine çeken ve (benim Japon edebiyatında kanıksadığım ve hatta çok da sevdiğim) bol tekrarlarla, geriye dönüşlerle ve karakterlerin naif tarifleriyle anlatmak istediğini gözünüzün önünde tamamiyle somutlaştıran bir öykü söz konusu. Ayrıca yazarımızın dünyaya bakışını ve sakin espri anlayışını da fark ediyorsunuz aşağıdakine benzer cümleciklerle aralarda rastlaşınca:
"Dünya Nazileri, atom bombasını ve pop müziği gördü, buna rağmen bir şekilde bugüne ulaştı." (S.1201)
Birbirini aramakta olan bir kadının ve bir erkeğin öyküleri arasında gidip gelerek birbirlerine nasıl yaklaştıklarını sayfalar boyunca takip ediyoruz ve satırların arasından Murakami bize diyor ki:
"Yürekten sevdiğin bir insan varsa, bir kişi olsun yeter, hayatın kurtulmuş demektir." (S.260)
Aşk romanı bu, evet. Aşk belki de en büyülü gerçeklik. Ya da belki değil ve hayat sadece tesadüflerden, cinayetlerden, çatışmalardan, dini okült oluşumlardan, takiplerden ve tecavüz gibi insanın insana zulmünden oluşuyor. Ya da belki her şeyin bir amacı var. Hiçbir şey göründüğü gibi değil. Belki de hiçbiri değil ve her şey tamamen yazıldığı gibi. Bilmiyorsunuz. Bilmiyoruz.

Kafası karışanları kendi halinde boğulmaya bırakmayan Murakami ufak bir not düşmüş sayfa 1142’ye, özel dedektif Uşikava’nın ağzından:
"Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? Açıklaması yoktu. Fakat şu an için bu derinlemesine düşünülecek bir sorun değildi. Esas mesele, bu duruma ne şekilde ayak uydurulacağıydı. Öncelikle bu görüntüyü olduğu gibi, mantıklı olup olmamasına bakmaksızın kabul etmekten başka yol yoktu. Mesele ondan sonra başlıyordu."
Siz de, 1Q84’ü olduğu gibi, mantıklı olup olmamasına bakmaksızın kabul edin. Ve bırakın mesele başlasın. Kaybolmak da güzeldir bazen.


Not: Ben kitabın 1.baskısını almıştım Nisan ayında ve ancak Ekim 14’te okumaya başlayabilmiştim. Tam hızımı almış giderken önemli bir baskı hatasıyla karşılaşarak yayınevine durumu bildirdim ve bir kaç hafta sonra elime geçen yeni baskısından (şu anda bana gönderilmiş olan baskı 7.baskı – demek ki bizde de iyi okunmakta bu roman) bitirebildim. Anlayacağınız, araya giren 3 haftadan biraz uzun süre ve benim bu arada okumayı bitirmem gereken diğer iRo! romanları nedeniyle ilk başta kendimi kaptırdığım kadar içinde kalarak bitiremedim Aomame ile Tengo’nun öyküsünü. Siz benim gibi yapmayın, araya başka şeyler sokmadan bitirin bu güzel romanı gitsin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder